fbpx

İnsan Düşmanından Nasıl Yarar Sağlar?

Favorilere Ekle (0)
Please login to bookmarkClose
Please login

No account yet? Register

Ahmaklar dostluklarını bozar, oysa sağduyu sahibi olanlar düşmanlıkları bile kazanca çevirmeyi bilir.

Düşmanı (1) olmayan bir siyasal yönetim var mıdır? Siyasal yönetim, tükenmez bir kin ve düşmanlık kaynağı değil midir? Yöneticilerin rakiplerinin kıskançlığına, çekemezliğe ve rekabete, yani düşmanlıktan yana zengin bütün tutkulara maruz kalmadığı bir yönetim görülmüş müdür? Engellendiğinde, yöneticisine karşı kırıcı ve yok edici duygular beslememiş çalışan var mıdır? Tedavi ettiğimiz hasta istediği ilacı, onun zarar görmemesi için yazmadığımızda bize saldırmaz mı? Zaman zaman en sevdiklerimizin düşmanca duygularıyla karşılaştığımız olur. Kırıcı, yok edici duygular istediği oyuncağı almadığımız çocuğumuzdan, bencilliğinin kuysundaki karanlıktan yanı başınızdaki sevgili eşini göremeyen kocalarımıza, karılarımıza kadar herkesi zaman zaman ele geçirir. Bu düşmanlıklardan yarar sağlamak ise bilge bir kişinin başarısıdır. Mademki düşmansız olmak mümkün değil, düşmandan yarar sağlamayı bilmeli!İlk insanlar, kendilerinkinden farklı bir türden yabani yaratıkların pençelerine düşmemekle yetiniyordu, yırtıcı hayvanlara karşı verdikleri mücadelenin amacı da buydu. Sonra onların çocukları yabani hayvanlardan yararlanmayı öğrendi: Zaten, etlerini beslenmek, postlarını giyinmek, derilerini silahlanmak için kullandıklarında hiç mi yarar sağlamıyorlardı? Çiftçi her ağacı verimli kılamaz, avcı karşısına çıkan ilk hayvani evcilleştiremez; bu yüzden yarar sağlamanın başka yollarını aramışlardır; birincisi bitkilerin verimsizliğinden, ikincisi hayvanların yabanilliğindan yararlanmışlardır. Deniz suyu içilmez, tadı kötüdür, ama balıklara can verir, her yöne yolculuk yapılabilmesine elverişlidir, kendisini kullananlar için hem bir ulaşım yoludur hem de bir taşıttır. Ateş dokunulursa yakar ama, ısı ve ışık verir. Ahmaklar dostluklarını bozar, oysa sağduyu sahibi olanlar düşmanlıkları bile kazanca çevirmeyi bilir. Mademki düşmanlarımız merakla eylemlerimizi izliyor, mutlaka kendi kendimize göz kulak olmamız gerekir. Ve bu dikkatlilik yavaş yavaş bir erdem alışkanlığına dönüşür. Rekabet, ahlaksal bir çabadır.

Düşmanlığın en zarar verici yönü eğer dikkat edilirse, en kazançlısı haline gelebilir. Düşmanın, senin bütün eylemlerini dikkatle izleyecek şekilde ayarlar kendini hep; en küçük bir zayıf noktanı kollar, yaşamının çevresinde pusuda bekler. Gözlerini senden ayırmaz. Bakışları, senin ne yapacağını elinden geldiğince keşfetmek, kararlarını eşeleyip bulmak için dostunun, yardımcının, yakınlık kuracağın herkesin üzerindedir. Hasım, özellikle hatalara dikkat eder, onların izini sürer. Nasıl akbabalar, çürüyen leşlerin kokusuyla iştahı kabarır ama bu kuşlar sapasağlam bedenlerin kokusunu duymazlar ise tıpkı bunun gibi, yaşamımızın hastalıklı, bozuk, kirli yönleri de düşmanımızı çeker.

Gerçekte, bize karşı tiksinti duyanlar yaşamımızın o yönlerini hızla kuşatır, saldırıp ele geçirir ve paramparça ederler. Yararlı bir şey midir bu? Evet, hiç kuşku yok. Bu, insanı tetikte yaşamaya, kendini gözlemlemeye, düşüncesizce ve gelişigüzel hiçbir şey söylememeye zorunlu kılar. Tıpkı çok sıkı bir perhiz yapar gibi, insan yaşamını olası bir eleştiriden uzak tutmaya çalışır sürekli.

Ruhun tutkularını dizginleyen ve aklın yolundan sapmalara gem vuran bu sakınımlı davranış, erdemli ve kusursuz bir biçimde yaşama kaygısı isteği uyandırır. Birtakım düşmanlıklar yüzünden kanaatkar bir yaşam sürdürmek, rahatlık ve bolluğu reddetmek, her eylemlerine yararlı bir amaç saptamak zorunda kalan insanlar, farkında olmadan bir şaşmazlık, yanılmazlık yoluna itilirler. Mantık da biraz işe karıştığında, alışkanlıkları örnek alınacak bir düzenlilik kazanır. Sonuç olarak, düşmanının hem davranış hem de şöhret açısından bir rakip olduğunu bilen kişi kendisine daha çok dikkat ediyor, hareketlerinin sonucuna daha ihtiyatlı ve ölçülü bakıyor. Kötülüğün bir özelliği de, hatalı davranıldığında dostlardan çok düşmanlardan utanılmasıdır.

Düşmanlarımızın kıskançlığı bizim ihmalkarlığımızı dengeler.

Üstelik ahlak bakımından tam bir olgunluğa erişerek düşmanımızı kedere boğar, yararlı bir öç alırız.

Düşmanıma karşı kendimi nasıl savunacağım? Kendimi erdemli kılarak. Konuşmalarında hakkaniyet, sağduyu, nezaket, dürüstlük, davranış ve hareketlerinde doğruluk ve edep göstererek.

“Yüreğinde dev yollar açarak,
Soylu amaçların büyümesi için.”
“Kötüden farklı ol, sana bağlı bu.”

Sana diş bileyeni küçük düşürmek mi istiyorsun? Ona eşcinsel, kokuşmuş soytarı, ya da pinti deme; ama gerçekten insan gibi hareket et, ölçülü ol, doğruyu söyle, karşılaştığın kişilere insanca ve adaletli davran. Nasıl akbabalar, çürüyen leşlerin kokusuyla iştahı kabarır ama bu kuşlar sapasağlam bedenlerin kokusunu duymazlar ise tıpkı bunun gibi, yaşamımızın hastalıklı, bozuk, kirli yönleri de düşmanımızı çeker. Ruhunun derinliklerini araştır, zayıflıklarını gözden geçir. İçinde kim bilir nerede gizli kalmış bir kusurun yüzünden sana tragedya şairinin şu dizesinin fısıldanmasını istemiyorsan eğer;

“Başkalarını iyileştirmek istiyorsun, oysa kendin yaralarla dolmuşsun!”

Cahil mi diyorsun o kişiye? Kendi çalışma coşkunu ve bilim öğrenme hevesini artır. Korkak mı diyorsun? Kendi gözü pekliğini ve yiğitliğini tazele. Şehvet düşkünü ve kokuşmuş mu diyorsun? Ruhundan, gizlice saklamış olabileceğine her türlü şehvet eğilimini sil. Çünkü hiç bir şey başkalarında eleştirdiğimiz bir ayıbın kendi üzerimize düşmesini görmekten daha utanç verici, daha küçültücü olamaz. Zayıf gözler ışığın yansımasından daha çabuk incinir sanki. Suçlayanlar da gerçeğin kendi üzerlerine yıktığı suçlamalardan incinir. Kuzey rüzgarı nasıl bulutları toplarsa, çirkin bir davranış da haklı eleştirileri kendine çeker.

Kendimizdeki aksaklıkları başkalarına yüklemeyelim hiç.

Platon, ahlakı bozulmuş kişiler arasında bulunduğu her sefer, yanlarından ayrılırken şöyle demeyi alışkanlık alışkanlık haline getirmişti: “Acaba ben de onların hemcinslerinden biri değil miyim?’’
Eğer, bir başkasının tutumunu kınadıktan sonra, insan hemen kendi tutumunu inceler ve davranışlarını, karşıt bir açı ve yön vererek, düzeltirse, kırıcı sözlerin meyvesini toplayacaktır. Yoksa bütün o kınamalar yararsızmış ve boşunaymış gibi görünürler. Aslında öyledir de.

Halk, genellikle bir kelin ya da kamburun bir başkasının biçimsizliğiyle alay ettiğini görerek güler. Kendi aleyhimize dönebilecek bir eleştiriyi başkalarına yöneltmek son derece gülünçtür. Birisinin kusurlarını yüzüne söylemek için zeki bir insan olmak, yüksek sesle ve etkili bir ses tonuyla konuşmak yetmez. İnsanın kendisinin her türlü suçlama ve eleştiriden uzak olması gerekir. “Kendini bil” diye, hoşuna giden her şeyi söylerse hoşlanmadığı şeyleri işitmek zorunda kalan insanlara söylenir . Boş gevezeliklerinde kendilerine hakim olmayı beceremediklerinden bir başkası için seve seve kullandıkları dili, istemeyerek de olsa kendileri için de kullanırlar.

Başkalarının eleştirilerini nasıl karşılamak gerekir?

İnsanin kendini koruması için samimi dostlara ve ateşli düşmanlara gereksinimi vardır. Birinciler görüşleriyle, ikinciler de eleştirileriyle bizi kötülüklerden uzaklaştırır. Ama madem ki günümüzde açık yüreklilikle konuşmak söz konusu olduğunda dostlar pek sesini çıkarmıyor, dalkavuklukta ağzı kalabalık davranıp da öğütlere gelince suskun kalıyor, o zaman gerçeği düşmanlarımızın ağzından duymamız gerekiyor. Dostlarının olumlu görüşlerinden yararlanamayanlar, bütün güçleri ile, bir düşmanın etkilerini eleştirilerini sabırla dinlemeli; o düşmanın kötü niyetinden çok kendilerine yaptığı gerçek hizmete önem vermelidir.

Adamın biri Tesalyalı Prometheus’u öldürmek istiyordu. Kılıcıyla vurunca bir çıbanı yardı, böylece bir apseyi boşaltarak onun iyileşmesini sağladı. Öfke ya da husumetle söylenmiş bir dedikodunun etkisi de çoğunlukla budur: Varlığından şüphelendiğimiz ve ihmal ettiğimiz bir hastalıktan iyileştirir ruhumuzu. Ama insanların çoğunluğu azarlandıkları zaman, o paylamaların bir temele dayanıp dayanmadığını öğrenmeye çalışmaz. Suçlamalara suçlamayla karşılık verir. Kendilerine saldıranı başka bir kusuru olmakla suçlar. Bu şekilde, tozlar içinde kapışan güreşçilerin oyununu taklit ederler.

Düşmanlarının ayıpladığı küçük kusurlardan kendi kendilerine arınmak yerine, birbirlerini karşılıklı suçlayıp dururlar. Öyle ki, sonunda sırayla ikisinin de öldüğü bir kavgada, alabildiğine karalanırlar. Böyle durumlarda, giysilerimizde bize gösterilen bir lekeyi çıkarırken göstereceğimiz özenden daha büyük bir özenle, başımıza kakılan aksaklığı düzeltmek daha akıllıca olmaz mı? Eğer bizde hiç mi hiç bulunmayan kusurlar bize atfediliyorsa, bu kara çalmanın nedenini aramalı; bizde bulunduğu ileri sürülen hatanın benzeri ya da tıpatıp aynısı bir hatayı, denetim ve kavrayış sayesinde, farkında olmadan işlememeye çalışmalıyız.

Bir temele dayanmasa da yakınmaları küçük görmemeli.

Bir düşmandan bedava dersler almak ve gözümüzden kaçan şeyin bir parçacığını öğrenmek için bundan yararlanmamızı ne engelliyor? Pek çok açıdan düşmanın açık görüşlülüğü dostunkinden daha fazladır. Sevdiğinin yanında aşkın gözü kördür; kine gelince, dilin ölçüsüzlüğünü dedikodunun tadıyla birleştirir. Sonuçta, eğer arkandan dedikodu yapılıyorsa, söylenenler asılsız da olsa, küçük görme ya da aldırmazlık etme. Tam tersine, kendi sözlerinde, davranışında, en severek yaptığın işlerde, görüştüğün kişilerde iftiraya yol açmış olabilecek şeyleri ara, sonra da bunlardan sakin ve uzak dur.

Şakalara ve çekiştirmelere hoşgörüyle katlanmalı insan! Bu sabır, dile hakim olmanın en etkili yöntemidir.

İnsan alıştırmalar ve titiz bir çalışma ile, sözgelimi tutku gibi en tiksindirici duyguların üstesinden gelemediyse, aklın denetimi ve gücü altında dilini tutmayı beceremez. Kuşkusuz düşmanın hakaretleri karşısında soylu olandır sessiz direnme gücü. Suskunluğun verecek hesabı yoktur. Hipokrat’ın dediği gibi, herhangi bir bozulmaya yol açmaz.

“Ne alaycı sözlerle karşılaşır insan, yaşarken,
Tıpkı bir denizci gibi, kör kayaların açıklarından geçen.”

Bir düşmana gösterilen bağışlayıcılık ahlaksal yüceliğe hazırlıktır.

İnsan düşmanına karşı övgü ya da saygı konusunda cimri olmamalı. Değer bilen insanların daha çok değeri bilinir. Öyle bir insana, bir başka zaman yöneltilen eleştiri daha inandırıcı olur. Çünkü o kişiye duyulan nefretten değil de o kişinin tutumunun beğenilmeyişi sonucu oluşmuştur eleştiri.

Düşmanımızı övme, onların başarısını görünce hınç ve acı duymaktan kendimizi koruma alışkanlığı kazanırken, dostlarımızın mutluluğunun ve tanıdıklarımızın başarısının bizde çok sık uyandırdığı o kıskançlık duygusundan da çok uzaklaşırız.

Aslında, çeşit çeşit ve üstelik kötü pek çok olumsuzluk, alışkanlık haline gelince, bizi engellediğinin farkına varınca dahi kolayca silinip yok edilemezler. Aynı şekilde düşmanlık da, kinle elbirliği yaparak içimize bir kıskançlık duygusu sokar; gölgede bırakılma duygusu taşımayı, başkalarının üzüntüsünden sevinç duymayı, hınç beslemeyi bırakır geçtiği yolda.

Görünürde değerli bahanelerle ruha yerleşen ve sonunda ahlaksal kusurlara dönüşen sahte sevinçlerden kuşku duyulmalıdır. Demek ki insan en güzel görünüşlere aldırmamalı: Sözgelimi, bir muhbirin övgüleri, sevimlilik kisvesi altında ortaya çıkmayı bekleyen kötü yüreklilikten başka bir şey değildir. Bu övgülerde, bakışlardan sıyrılıp bir gülün yaprakları arasına sığınan pislik böceğinin sinsiliği vardır. Bundan başka, bir düşmanın karşısında suç ya da haksızlık gibi görünmeyen kötü yüreklilik, sinsilik, entrikacılık gibi özellikler, ruhumuza işlediği zaman orada kalırlar, onlardan kurtulmayı beceremeyiz. Alışkanlık yüzünden, düşmanlarımızın karşısında o özelliklerden kendimizi korumayı bildiğimiz için, dostlarımıza karşı bile kullanırız onları. İnsan düşmanlarına karşı bile adil olmaya alışınca, yakınlarına ve dostlarına karşı asla adaletsizlik ve kötü niyet suçu işlemeyeceğinden emindir.

İnsanın düşmanının yeteneğine saygı göstermesi kendi yeteneğine saygı göstermesi demektir.

Dostlarının üstünlüğüne kıskanç bir gözle bakmamaya çalışmak demektir. İnsan düşmanlarına karşı bağışlayıcı olmalıdır ki sevdiklerine karşı daha kolay ve daha bağışlayıcı davransın. Kısacası düşmanlar kötülüklerden kurtulmanın bir yolu, iyilik yapmak için alınacak bir örnektir.

Avukatlıkta, kamu görevlerinde, devlet işlerinin yönetiminde, ya da dostların ve nüfuzlu kişilerin yanında, düşmanının kendisinden önde olduğuna inanan kimse, olumlu bir rekabete girişmek yerine hınca ve tam bir yılgınlığa kaptırır kendini: Sonunda da kıskanç insanın kısır aylaklığına gömülüp gider! Tam tersine, nefret duyulan bir düşman konusunda gerçekleri görmekten kaçınmak yerine onun yaşamını, alışkanlıklarını, sözlerini, eylemlerini hakkaniyetli bir incelemeden geçiren kişi, hemen hemen her zaman görecektir ki, rakibi, kendisinde kıskançlık uyandıran üstünlüğünü, çabukluğuna, ileri görüşlülüğüne, sağduyulu tutumuna borçludur.

Düşmanların kötü yönü erdemlerimizi daha değerli kılar.

Madem ki düşmanlarımız kendi taşkınlıklarıyla bizi kötülüğün iğrençliğine fazlasıyla maruz bırakıyorlar, ne onların hatalarının bize verdiği zevki ne de başarılarının bizde uyandırdığı hırçın üzüntüyü boşa harcayalım; sapkınlıklardan kaçınarak onlardan daha iyi olmak için ve kötü yanlarına öykünmeden başarılarına yetişmek için bu ikili örnekten yola çıkalım.

 

 

(1) Düşman, Farsça bir kelime. Düşt (kötü, içi kara, uğursuz) ile man -a’nin üzerinde inceltme işareti var- (gönül, yürek) dan düştman-duşman/düşman şeklinde türemiştir. Türkçe’de yağu, yavi, yavu, yagu sözcükleri düşman karşılığıdır. fr.ennemi, lat. Inimicus, ar. adu’ hasm, alm.feind

Kaynaklar

Bu yazı Yapı Kredi Yayınları’ndan Cogito‘nun Yalan adlı 16. sayısındaki “Batı Klasiği”den alıntılanarak yazılmıştır.

Bu Yazının Podcasti

Acilcinin Sesi

2 Responses

  1. Miraç kandili gecesi ….Kur’an dan sonra -benim için-geceyi ihya ettirecek bir yazı.Hayatına -doğal olarak- çok düşman sokmuş iki müthiş Türk hekimin* biyografisini okumalarım sırasında öğrendiğim bir gerçek; Meslek yaşamları boyunca hiç bir meslektaşlarının dedikosunu yapmamış bu adamlar!!! Başka alanlarda da var böyle değerli şahsiyetlerimiz. Metin Oktay maç sırasında kendisine faul yapan rakip oyuncuya bakmazmış ; ” Kim olduğunu öğrenirsem garezlenirim ona ,oyuna konsantrasyonum bozulur ” dermiş.
    Kandiliniz mübarek olsun Tanju hocam ve değerli acilci arkadaşlarım.Teşekkürler bu harika yazı için.
    *Dr.İhsan DOĞRAMACI
    Dr.Şinasi ÖZSOYLU

    1. Nazik iltifatlarınız için çok teşekkür ederim. acilci.net’in görece eski olan yazılarıdan birisinin okunuyor alması mutluluk verici. Belirli aralıklarla bu yazıyı ben de tekrar okurum. Özellikle öfkemin ya da mağduriyet duygumun aklımı kontrol ettiğini hissettiğimde kendimi yeniden yönlendirmemde kılavuzluk eder.

blank
Ara