No account yet? Register
Öncelikle bana bu temiz sayfayı ayırdığınız için teşekkür ederim kalıbı ile başlayan bir yazı ile karşınızdayım. Çok samimiyim. Bu yazımda sizlere kendimden ve benim gibi olanlardan bahsedeceğim için bunu bir arkadaş anı defterine düşülen içten bir not silsilesi olarak da düşünebilirsiniz. Belki de literatür desteği ile yazılan ilk günlük bile olabilir… Haydi başlayalım.
Çalışma takviminizde yer alan bir nöbeti devralmak için yine alandasınız. Henüz bir önceki nöbetin yorgunluğundan arınamadınız. Bir doktora bir nöbetinde kaç tane delici kesici alet yaralanması gelebilir ki? daha kaç tane entübasyon yapılabilir? kaç hekime bir gecede (!) altı aort diseksiyonu hastasını görmek nasip olabilir ki? sorularına kendi zihninizde bir önceki nöbetinizden bu yana yanıt bulmaya çalışıyorsunuz . Travma odasındasınız, hasta devralmak için ayrıca not tutmanıza gerek yok çünkü sizden önceki nöbetçi arkadaşınıza nöbeti boyunca sadece ama sadece dört hasta gelmiş ve size bu hastalardan birini devrediyor ki o da devir sırasında gelmiş çok düşük enerjili bir travma hastası. Çalışma arkadaşlarınız sizi görmekten beraber çalışacak olmaktan memnunlar aslında ama bir yandan da ”yapma ya!” dediklerini de duyuyor ve hissediyorsunuz.
Ve devir biter ve odanızın telefonu tam da o sırada çalar. Sekreteriniz size telefonu uzatır, telefondaki ses hocanız ” TEM’de zincirleme trafik kazası varmış Barış, bölgedeki tüm ambulanslar oraya sevk edilmiş, hazırlıklı ol, komuta aradı beni” der. Ya da akıllı telefonuna bir uygulamadan kendisine uyarı gelen hemşireniz ”hocam, şurada patlama olmuş, bakın çok sayıda ağır yaralı olduğu yazıyor ” der ve bahsi geçen o yer aslında bir durak ötenizdedir.
En kötüsü de gözünüz gecenin bir yarısında saatinize takılır ve ”hayret, sanki bu nöbet benim nöbetim değil, ne kadar da sakin” dediğiniz o anda hastane kapısında aniden duran iki sivil araçtan birbirini yaralayan iki taraf hep beraber içeri girer.
Az önce bahsettiklerim düşündüğümde aklıma ilk anda gelen bazı anılarım aslında. Size de tanıdık mı ? Umarım değildir. Bu durum hekimlik hayatımın ilk gününden bu yana yaşadığım bir süreç. İster dahili ister cerrahi olsun hangi alanda çalışıyorsam en çok hastaya ve en kötü hastalara ben bakarım en kötü hastalar hep bana gelir diye düşünmüşümdür ve sağ olsun çalışma arkadaşlarım da bunu yakından tecrübe ederek ve bilerek benimle nöbet tutarlar. Kendimce nöbetlerimde denemek için çalıştığım odayı değiştirdiğimi ve değişimimle birlikte sabahtan beri hiç hasta gelmemiş devraldığım kırmızı odaya iki arrest hastasının aynı anda girdiğini bile anımsıyorum.
Peki ya gerçekten böyle mi? Gerçekten çok sayıda ve kötü hasta hep aynı hekimlere mi gidiyor? Sorun ben ve benim gibi hekim arkadaşlarımda mı ? Bu bir rastlantı mı? Durum dünyanın güneşe olan mesafesi ile mi alakalı? Esen rüzgarın şiddet ve yönü durumu değiştirebilir mi? Yoksa burcumun venüs ile etkilişimi mi sorun ?
Siz bir ”chat noir” misiniz? (Türkçe karşılığı kara kedi olan Fransızların kötü şans mı getirirsin diye sormak için kullandıkları tümleç)
Çalışma arkadaşlarınız sizi ”şanssız” olarak nitelese de (diğer tanımlardan burada tabi ki bahsedemeyeceğim) literatüre baktığımızda bu durum ”black cloud ” (siyah bulut ) sendromu olarak karşımıza çıkmakta. Bu durumun bir sendrom olarak yer aldığına üzüleyim mi yoksa bu dünyada bir ben değilmişim diye sevineyim mi bilemiyorum. Neyse…
Bu konuda yapılan çalışmalara baktığımızda beyaz ve siyah bulut olarak doktorların ayrıldığını görüyoruz (ki bence çok güzel iki renk). Siyah bulut olan doktorlar (bazı makalelerde siyah buluta sahip doktorlar olarak da geçmekte) basit olarak kendisine çok sayıda ve yatış gerektiren hastanın başvurduğu iş yükü diğer doktor arkadaşları ile kıyaslandığında daha fazla olan doktorlar olarak adlandırılabilir.
Bu konuda yapılan çalışmalar 1993 yılına kadar uzanmakta. 1984-1985 akademik yılında ilk yılındaki pediatri asistanları hakkında bilgilerin toplandığı bir çalışmada kötü üne (siyah bulut olan ) sahip olan asistanlarla sahip olmayanlar arasında iş yükünün (hasta sayısı, yatış gereksinimi ve ölümler) anlamlı farklılık göstermediği tespit edilmiş. Bu asistanların diğer çalışma arkadaşlarından daha farklı çalıştığı bazılarının daha az etkin olabildiği bazılarının ise kendilerine ekstra iş çıkarabildikleri ifade edilmiş. Siyah bulut olan doktorların mevcutta var olmamasına rağmen daha fazla iş yüküne sahip olduklarını algılıyor olmaları ise asistanların çalışma şekillerindeki farklılığa bağlanmış.1
2004 yılında yayınlanan başka bir çalışmada ise siyah bulut olan iç hastalıkları internlerinin beyaz bulut olanlara kıyasla %24 oranında daha fazla hasta yatışı gerçekleştirdiği ortaya konulmuş.2 Meyr ve arkadaşlarının 2011 yılında yayınladıkları küçük bir kohort çalışmasında tüm asistanların benzer iş yüküne sahip olmalarına rağmen bazılarının siyah bulut olduğuna dair bir algının olduğu ifade edilmiş.3 Aferez tıbbı da dahil olmak üzere birçok branş için benzer çalışmalar yapılmış aslında.
En çok dikkatimi çeken çalışma ise 2017 yılında yayınlanan ve acil serviste gece nöbetlerinde siyah bulut olan doktorların varlığını araştıran bir çalışma oldu. Yaklaşık bir yıllık süreyi kapsayan Fransa’da aynı acil serviste çalışan 13 pediatri hekimi ve 8 hemşirenin yer aldığı bu çalışmada hekimler şanssızlık derecelerini ilk önce kendileri değerlendirmiş ve aynı değerlendirmenin diğer hekimlerden (0-12 arasında bir puan ile ) ve hemşirelerden (0-8 arasında bir puan ile) de yapılması istenmiş. 13 pediatristin 4’ü kendini şanssız olarak nitelendirirken aynı grup içinde 9 pediatrist meslektaşları tarafından, 11 pediatrist ise hemşireleri tarafından şansız olarak nitelendirilmiş. Pediatristlerin sadece 4’ü hem kendileri hem meslektaşları hem de hemşireleri tarafından şanssız olarak nitelendirilmiş.
Aksini düşünmek gerekirse her üç grubun bakış açısından da şanslı olarak nitelendirilen ve sıfır puan alan bir pediatrist çalışmada yer almamakta.
Acil servis başvuru sayıları ve yatış sayıları bu şanssızlık oranları ile karşılaştırılmış ve acil servis başvuru sayılarının pediatristler arasında anlamlı bir fark oluşturmadığı görülmüş ancak şanssız olarak nitelendirilen hekimlerin nöbetlerindeki yatış ortalama değerlerinin çok az da olsa daha yüksek olduğu görülmüş (gece nöbeti başına 0,6 yatış, P =0.034).
Siyah bulut olmanın ne kadar göreceli bir kavram olduğu bu çalışma ile de görülmekte aslında bakarsanız. Siz kendinizi beyaz bulut olarak nitelendirseniz de çalışma arkadaşlarınız aynı fikirde olamayabiliyorlar. Tersi de olası tabi. Asıl sorun siyah bulut olarak adlandırılmanıza ya da kendinizi o şekilde tanımlamanıza neden olan iş yükü algınız gibi görünüyor.
Farklı branşları düşünün. Gece nöbetlerindeki görev tanımlarını kıyaslayın. İstirahat etme imkanlarını hızlıca karşılaştırın. Bakış açınızdaki gökyüzünün rengi birden değişebilir ( beraber çalıştığınız siyah bulut olan arkadaşınızdan bağımsız olarak). Ya da beraber çalıştığınız hemşirenin gözünden görmeye çalışın. Onların iş yükü algısının çok daha farklı bir bakış açısı gerektirdiğini fark edeceksiniz. Bir önceki çalıştığınız yer ile şimdiki zamanı, pratisyen hekimliğiniz ile asistanlığınızı, asistanlığınız ile uzmanlığınızı kıyaslayın. Bulutların rengi değişiyor değil mi?
Aynı iş tanımına sahip tüm doktorlar aynı iş yükünü beraberce göğüslüyorlar ise biraz da durum hastaya yaklaşım ile alakalı bana kalırsa. Endişeli , obsesif bir yapı ve geçmişte edinilen kötü tecrübelerden çıkarımlar ile iş yükü aynı iken işler biraz daha karmaşık hale gelebiliyor tabi.
Sonuç olarak:
Barış, tek başına değilsin, tüm dünyada tüm tıp camiasında senin hissettiklerini hisseden sağlık çalışanları var. Bu kişi beraber çalıştığın acil tıp uzmanı arkadaşın ya da hemşiren olabilir. Hepiniz aynı nöbette de buluşabilirsiniz ve varlığı kanıtlanamamış (!) bir sendromun tarafları olarak siyah bir gökyüzü ile nöbete girebilirsiniz. O nöbetten beklentileriniz farklı olabilir, yorulma algınız, istirahat beklentiniz değişiklik arz edebilir. Ama o nöbetin nasıl geçeceği o gökyüzünün nasıl değişeceği tamamen ekip olarak sizin elinizdedir.
Siyah bulut olduğunuza kendinizi inandırmak yerine, kendi bulutlu gökyüzümüzle uyumlu olarak çalışmak belki de en doğrusu…
Yazının başından beri aklıma Hülya Uğur’un hep o klişe hava durumu cümlesi geliyor ama burada yazmasam daha doğru sanırım.
Sabrınız için teşekkür ederim…
İyi nöbetler…
14 Responses
Harikulade bir yazı. Bir nefeste okudum
Teşekkürler hocam, gurur duydum ….
tek gecede 6 diseksiyonu aciklamiyor 🙂
Sinerjistik bir etkisi olduğu belki de düşünülebilir çalışanların 🙂 Tecrübeyle sabit ne dersin ?
Barış, Eline sağlık, yazını çok beğendim. Senin dediğin gibi bu tür acil hekimleri epey bulunmaka.
Teşekkürler hocam …
bazı arkadaşların ‘şanssız’ olduğu bence kesin bilgi. (tüm acil çalışanlarının ortak kanaati olarak.) ancaak, bazılarımızın neredeyse paranoya düzeyinde hasta didiklemesi de vaka. didikleme bazen müdafaa’ya, bazen de ‘duygusal’ nedenlere istinaden. her halükarda iş yükü doğuran bu tutumdaki hekim arkadaşların, en azından çevrelerince ‘kara bulut’ olarak yorumlanmaları kaçınılmaz. dsp elemanların onlarla nöbet tutmaktan kaçındığı gözlemimdir. para icat oldu, meslek bozuldu bence.
Barış hocamın eline sağlık.. Bir gönderme var gibi ama neyse?!?!
sbliminal mesaj içermiyor Bulut Hocam 🙂 Teşekkürler…