fbpx

Japonların 731. Birim’i

Favorilere Ekle (0)
Please login to bookmarkClose
Please login

No account yet? Register

İkinci Dünya Savaşı’na giden yıllar…

Japonya, basit bir “sahte bayrak” olayını (Mukden Olayı) bahane göstererek 1931 yılında Mançurya’yı işgal eder. Ülke merkezinden uzak olan bu bölgede, Kwantung Ordusuna bağlı, resmi adı “Salgın Önleme ve Su Temini Departmanı” olan gizli bir birim kurar. Daha sık olarak 731. Birim adıyla anılan ve kimyasal ve biyolojik silah deneyleri için oluşturulan bu yerin başında, II. Dünya Savaşı’nın sonunda korgeneral rütbesine kadar yükselecek Shirō Ishii vardır.

Aralarında Japonya’nın önde gelen bilim insanlarının da olduğu 10.000 civarında personelin yer aldığı 731. Birim ve ona benzer ünitelerde, 1933-1945 yılları arasında korkunç insan deneyleri ve biyolojik silah geliştirme çalışmaları yürütülür. İlk günden son güne kadar işin başında olan Shirō Ishii’ye bağlı bu yapılara “Ishii Ağı” adı verilir.  

Shirō Ishii

Shirō Ishii zengin bir ailenin çocuğudur, el bebek gül bebek büyür. Fotoğrafik bir hafızası vardır, önüne ne konursa sular seller gibi ezberler; öğretmenlerinin daima favorisi olur. “Dur” diyen olmayınca, kabardıkça kabarır; sonraki yıllarda çevresindekiler tarafından “küstah ve kibirli bir çocuk” olarak hatırlanır.

blank
Shirō Ishii

Kyoto İmparatorluk Üniversitesi’nde tıp okur, 1921’de askeri tabip olarak orduya katılır. Askeri Hastane’deki başarıları üstlerinin dikkatini çeker, 1924’te uzmanlık eğitimi için Kyoto İmparatorluk Üniversitesi’ne geri döner. Burada garip huylarıyla çevresini rahatsız eder; petri kaplarında yetiştirdiği bakterilerle “arkadaşlık ettiğini” söyler, gecenin bir saati yaptığı laboratuvar çalışmalarıyla üniversitenin düzenini alt üst eder.

1925’te rütbe alarak orduya geri döner. Japon biyolojik silah programının oluşturulması gerektiği inancıyla, 1928’de Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ve Amerika’da biyolojik ve kimyasal savaş alanlarındaki gelişmelerinin etkileri üzerine kapsamlı araştırmalar yapmak için iki yıllık bir Batı turuna çıkar. Ishii’nin seyahatleri oldukça başarılı geçer, ordu komutanları adını sıkça anar olurlar. Evet alkol sorunları vardır, ara ara da zimmetine para geçirir; ama “Bu kadar kusura da takılmamak lazım” der geçerler. Tabi ki altta yatan neden başkadır; “kullanışlı” olacağını anlar, adını koyacakları zamanı beklerler.

1 Ağustos 1936’da 731. Birim’in başına geçer. Bu tesislerde Ishii ve adamları, canlı deneklere veba fareleri aracılığıyla hastalık bulaştırır, zorunlu gebelikler, anestezi olmadan canlı viviseksiyonlar ve kasıtlı soğuk maruziyetiyle donmalara neden olmak gibi türlü işkenceleri; “büyük hedefleri” için gözlerini kırpmadan uygularlar.

731. Birim

1925’te imzalanan Cenevre Protokolü, biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını açıkça yasaklamıştır. Haliyle Japonlar, biyolojik silah geliştirmekle ilgili her ne yapacaklarsa, bunu gizli yapmaları gerektiğine karar verirler.

Japonya, 1931’de Çin anakarasını istila eder. Böylece biyolojik silah üretilecek tesis için doğru yeri bulduklarını düşünürler: Kendi topraklarından uzak ve “deneylerde” kullanılacak insanların kolay bulunabileceği, Mançurya.

1932’de Tokyo’daki Japon Ordusu Askeri Tıp Okulu’nda kurulan Salgın Önleme Araştırma Laboratuvarı’nda, sonraki adıyla Ishii Ağı’nın ilk adımları atılır. 731. Birim, araştırma laboratuvarının uzantıları olarak oluşturulan birkaç gizli, bağımsız birimden ilkidir. Böyle bir birimin başına getirilebilecek en uygun ismin Shirō Ishii olduğuna karar verirler. 

Sonuç olarak; Güney Mançurya Demiryolu üzerinde, Harbin’in 100 kilometre güneyinde yer alan bir köyde yer alan bir hapishane ve deney kampı olan Zhongma Kalesi’nde Birim kurulur. 

Tokyo’da yemek lekeleri ve sigara külüyle kaplı kırışık üniforması ve yerlerde sürünen subay kılıcı ile dikkat çeken Ishii; Mançurya’da bambaşka bir adama dönüşür, jilet gibi üniformasıyla “hayalindeki” işi keyifle yapar.

Zhongma’ya getirilen mahkumlar arasında; adi suçlulardan siyasi mahkumlara kadar çeşitli nedenlerle tutuklanan insanlar yer almaktadır. Mahkumlar, deneylerin başında normal sağlıkta olmaları için genellikle pirinç veya buğday, et, balık ve hatta bazen alkolden oluşan bir diyetle iyice beslenirler. Ardından, korkunç deneylere maruz bırakılırlar.

1934 sonbaharında hapishaneden kaçanlar olur ve tesisin gizliliği tehlikeye düşer. 1935’te muhtemelen sabotaj sonucunda yaşanan bir patlama, Ishii’nin Zhongma Kalesi’ni kapatmasına neden olur. O tesis yerine, ondan çok daha büyük ve gelişmişini; Harbin’in yaklaşık 24 kilometre güneyindeki Pingfang’de kurarlar. 

İnsan deneylerinin yapıldığı projeye Maruta adı verirler ki, bu kelime Japonca’da “kütükler” anlamı taşır. Söylenene göre; 731. Birim çalışanları, bölgede yer alan kurumlara, tesisin bir “kereste fabrikası” olduğunu söyledikleri için projeye bu isim verilmiştir. Halbuki ölen deneklerden bahsederken “Kütük düştü mü?” der, kendi aralarında projeye Almanca’da benzer anlam taşıyan “Holzklotz” adını verirler. 

Diyelim Ishii veya bir başka “araştırmacı”nın beyin üzerinde çalışma yapması gerekiyor. Gardiyanlara bunu söylerler. Onlar da bir mahkumu hücresinden çıkarır, kafatasını parçalar, beynini alarak araştırmacıya götürürler. Cesedin kalanı ise krematoryumda yakılır. 

Yahut kan kaybının etkilerini mi incelemek istiyorlar. Bir mahkumun ekstremitesini keser, hemorajiye bağlı olarak ölene kadar takip ederler. Japon İmparatorluğu’nda cerrah olarak görev yapan Ken Yuasa’ya göre, viviseksiyon deneyleri o dönem çok yaygındır, aralarında çok sayıda hekimin de bulunduğu binden fazla personel bu deneylere katılmıştır. “Ben de defalarca uyguladım; amaç araştırma değil, pratik yapmaktı” diye ekler.

Mahkumlara çeşitli hastalık mikropları içeren enjeksiyonlar yapılır. Tedavi edilmemiş silifiz ve gonorenin sonuçlarını görmek için, mahkumlara bilinçli olarak bu hastalıklar bulaştırılır.

Erkek, kadın, çocuk, bebek demeden; tesiste tutulan binlerce insan üzerinde viviseksiyon denenir. 

blank
İnsan diseksiyon deneyleri odası

Bombaların insan vücudu üzerindeki etkilerini ölçmek için, çeşitli noktalara canlı insanlar yerleştirir; bombaları patlatıp sonuçlarına bakarlar. Alev makinalarının tahrip gücünü ölçerler. Sistematik tecavüzler, düşük basınçlı ortam deneyleri, X ışınlarına maruziyet, santrifüj deneyleri, hayvanlardan kan transferleri, donma testleri, aç-susuz ne kadar dayanılacağını ölçmeyi hedefleyen deneyler… Daha neler neler… Biz yazmaktan usandık, onlar yapmaktan utanmazlar.

1939’a gelindiğinde, Çin topraklarında işgal edilen bir çok şehirde 731. Birim’e benzer irili ufaklı birimler kurulmuş durumdadır. Japon bilim insanları ve hekimler, başka yerde bulamayacakları insan deneyi fırsatı (!) ve ciddi bir finansal destekle buralarda çalışmaya teşvik edilirler.

Her şey araştırma için de değildir. Osaka Üniversitesi’nden profesör Nakagawa Yonezo, “İzlediğim bazı görüntülerde tamamen meraktan yapılmış şeyler de vardı. Kafa kesmenin nasıl bir bilimsel amacı olabilir? Profesyonel insanlar da, ‘Şöyle şöyle olsa ne olurdu?’ diye merak ettiklerini denemeyi, oyunlar oynamayı severler.” der (Dememiştir demek istiyoruz ama evet böyle söyler). Yoksa üç günlük bir bebeğin ne kadar sürede donacağını test etmenin ne amacı olabilir?

731. Birim’deki araştırmacılar, araştırmalarını “Mançurya maymunları” veya “uzun kuyruklu maymunlar” olarak adlandırılan insan olmayan primatlar üzerinde yapılmış gibi yazarak, sonuçlarının bir kısmını hakemli dergilerde yayınlarlar. Hepsi bununla da kalmaz. Mesela en canavarlarından askeri mühendis Yoshimura o kadar rahattır ki, 1950’de Japon Fizyolojisi Dergisi için yazdığı makalede, 20 çocuk ve üç günlük bir bebeği sıfır santigrat derece buz ve tuzlu suya maruz bırakan deneylerde kullandığını rahat rahat ifade eder.

Laboratuvarlarda yetiştirilen veba bulaşmış pireler, alçaktan uçan uçaklarla Çin şehirlerine saçılır; salgınlara yol açarlar. Hıyarcıklı veba salgınlarında on binlerce kişi ölür. Nanjing’de tifo ve paratifo mikropları şehrin kuyularına, bataklıklarına ve evlerine yayılır, yerel halka dağıtılan atıştırmalıklara bile hastalık bulaştırırlar. Kısa bir süre sonra, neşeyle paratifo ateşinin patojenlerin “en etkilisi” olduğu sonucuna varırlar.

En az 12 büyük ölçekli biyolojik silah saha denemesi yapılır ve en az 11 Çin şehri biyolojik ajanlarla saldırıya uğrar. Tularemi, kolera, çiçek hastalığı, botulizm… Aklınıza hangi hastalık geldiyse; emin olun onu da yaymayı denerler. 

blank
Hapishane hücrelerinin, bir 731. Birim personeli tarafından çizilen taslağı. Sekizgen, basınç odasını temsil ediyor (Kaynak: Wikimedia).

731. Birim’e giren hiç kimse canlı çıkamaz. Mahkumlar genellikle geceleri siyaha boyanmış, havalandırma deliği olan ancak penceresi olmayan motorlu araçlarla Birim’e taşınırlar. Araç ana kapıda durur, hapishane içindeki “Özel Tim”e telefon edilir (Shiro Ishii’nin erkek kardeşi bu Özel Tim’in başıdır). Daha sonra mahkumlar, merkez bina cephesinin altına açılan gizli bir tünelden iç cezaevlerine nakledilirler. Cezaevlerinden birinde kadın ve çocuklar, diğerinde erkekler bulunmaktadır. Teknisyenler iç hapishaneye vardıklarında mahkumların kan ve dışkı örneklerini alır, böbrek fonksiyonlarını test eder ve diğer fiziksel verileri toplarlar. Sağlıklı ve deney için uygun görülen mahkumlara üç haneli birer numara verilir, artık ölene kadar bu numara ile anılırlar. Deneyler sonucunda öldüklerinde, numaraları bir dizin kartından çıkarılır ve kelepçeleri hapishaneye yeni gelenlere takılmak için alınır.

Birim’e giren bir mahkumun ortalama yaşam süresi 2 aydır. Bazı mahkumlarda bu süre 1 yıla kadar çıkar. 

731. Birim’in personeli de denek olmaktan muaf değildir. Mesela hıyarcıklı vebaya yakalanan bir personel, tıpkı mahkumlar gibi viviseksiyona maruz bırakılarak öldürülür. 

Savaşın sonlarına doğru Ishii, Gecenin Kiraz Çiçekleri Operasyonu olarak bilinen ve ABD’nin kalabalık batı kıyısında vebalı pireleri yaymayı amaçlayan bir planı hayata geçirmek ister. Ancak bu plan, Japonya’nın 15 Ağustos 1945’te teslim olması nedeniyle gerçekleştirilemez. Japonya’nın teslim olması sonrası; Ishii ve Japon hükümeti, tesisleri ve deneyleri örtbas etmeye çalışır, ancak bir çok delil ele geçirilir.

Japon Ordusunun Harbin’deki 731. Birim’ine ait yapılar, günümüzde Savaş Suçları Müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir.

Tahminlere göre, 731. Birim’in gerçekleştirdiği katliamlar sonucunda, 200.000 ila 300.000 insan hayatını kaybetmiştir.

28 Ağustos 2002’de Tokyo Bölge Mahkemesi, Japonya’nın Çin’de biyolojik silahlarla saldırılar uyguladığını ve sonuç olarak birçok insanı katlettiğini kabul eder.

Nisan 2018’de Japonya Ulusal Arşivleri, 731. Birim’in 3.607 üyesinin bilgilerini araştırmacılar ile paylaşır. 

Ruslar, yakaladıkları Japon savaş suçlularını yargılarlar. Habarovsk Savaş Suçları Mahkemelerinde resmi olarak yargılanan ve mahkum edilen on iki üye olur.

Ishii’nin Sonu

Böyle kan dondurucu suçların işlenmesine liderlik eden bir insan, çok büyük bir cezaya çarptırılmış olmalı değil mi?

Hiç de öyle olmaz, bırakın büyük bir ceza almayı; Ishii mahkemeye bile çıkmaz.

ABD’li mikrobiyologlar, 731. Birimin elindeki bilgileri inceler, “kesinlikle paha biçilemez” olduklarını rapor ederler. “Bu bilgiler, Amerika Birleşik Devletleri’nde asla elde edilemezdi” ve “oldukça ucuza elde edildi” diye de eklerler raporlarına…

ABD, bu tarz bilgiler sunabilecek Japonların verecekleri bilgilerin istihbarat sırrı olarak saklanacağını ve savaş suçu delili olarak kullanılmayacağını deklare eder. Tıpkı Nazi Alman araştırmacılara yaptıkları gibi… 

Ishii’nin dokunulmazlığı 1948’de onaylanır. 1947’den itibaren ortadan kaybolur. Kimine göre Maryland’de biyosilahlar üzerine danışmanlık yapar, kimine göre Japonya’da bir klinik açarak halka ücretsiz bakar (Hani duy da inanma). 

Son yıllarında konuşmakta giderek daha fazla güçlük çeker. 1959’da, 67 yaşında Larenks kanserinden Tokyo’da ölür. 

Savaş sona ermeden önce 731. Birim’den ayrılarak Japonya’ya geri dönen bilim insanları, savaş sonrası dönemin de bilim ve siyaset dünyasında önde gelen simalar olarak yer almayı sürdürürler. Hatta hiçbir zaman suçlanmamalarına rağmen savaş suçu şüphelisi olduklarına inanılan üç isim, savaş sonrasında başbakanlık yapar (Hatoyama Ichirō (1954–1956), Kishi Nobusuke (1957–1960) ve Ikeda Hayato (1960–1964)).

Sonuç

Bu tarz korkunç hikayeleri okuduğumda, akla hayale gelmez kötülükleri yapan o kişilerin fotoğraflarına, gözlerinin tam içine bakıyorum. Bu kadar kötü olduklarını anlamamızı sağlayacak bir işaret, bir iz arıyorum. Temiz kıyafetler içinde, güleç yüzlü, sıradan insanlar gibi, hani sokakta karşılaşacağımız, pazarda gözümüze çarpacak normal insanlar gibi görünüyor bir çoğu…

Halbuki her birinde; o yüzün, o maskenin, o önlüğün ardına gizlenmiş korkunç bir zihin var.

Ahlaktan soyutlanmış bir zekanın, dünyanın en korkunç canavarlarını üreteceğini gösteren bir zihin…

blank
Shirō Ishii, savaş sonrasında 731. Birim çalışanlarıyla yeniden bir arada…

Kaynaklar

blank
Ara