fbpx

Şu “Uluslararası” Dergi Dedikleri…

“Uluslararası” Dergi Dedikleri

Bu yazı, SciELO’da yayınlanan “The Local and the Global: Puncturing the myth of the “international” journal” yazısından, yazarının yazılı izni ile tercüme edilmiştir.

Dergiler ne içindir sahi? Gerçekte ne yaparlar? Bir görüşe göre, birer markadırlar, belli bir kalite güvencesini veya ilgi alanını temsil eden tanınmış aracılardır. Bu bakış açısına göre doğal ve kesin bir hiyerarşi vardır. “Daha önemli” olan derginin “kalite”si daha yüksektir ve diğerlerinden daha iyidir. Alternatif bir bakış açısı ise, dergilerin birer komünite, hatta bir makalede incelediğimiz gibi “kulüpler” olduklarıdır. Burada soru başkadır; belli bir derginin, belli bir komünite için ne kadar yararlı olduğuna bakılır. Hangi derginin “en iyi” olduğunu gösterecek kesin bir ölçek yoktur; sadece bir derginin kendi komünitesine ne kadar hizmet ettiği bağlamsal sorusunun cevabı verilebilir.

Bu yollardan birini tutan dergiler de vardır; iki yolu birden, genelde ellerine yüzlerine bulaştırmak üzere, tutmaya çalışanlar da… “Marka” yolunda en başarılı olan dergiler; bilim insanlarının yazılarının yayınlanması için can attığı yerlerdir, küresel anlamda CV’leri altın yaldızlarla süsler ve uluslararası güvenilirliğin bir işareti olarak görülürler. Bir çok yerde, böyle “uluslararası” yayınlar öncelik görür ve “milli” veya “yerel” ilgisi olan çalışmalardan daha fazla değerli olarak kabul edilirler. Bu durumun neden olduğu meseleler detaylı şekilde tartışılmıştır, mesela Open and Collaborative Science in Development Network buna örnek olarak verilebilir.

Bilimsel üretim ile komünite oluşumunu, kendisi de gelişimden faydalanacak doğru bir editör tarafından sağlanabilecek prestij ile bir dergi etrafında bir araya getirmek, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Robert Maxwell gibi bir dehanın ürünü olarak ortaya çıktı. Maxwell’ın finansal modeli, bilimsel yayıncılığı ilk defa bir gelir kapısı haline getiriyor ve bunu gerçekleştirebilmek için de, sürekli daha fazla dergi ve onları destekleyecek daha fazla abonelik ihtiyacı sarmalında çığ gibi büyüyen disiplin gruplarına yol açıyordu.

Genel bir dergide yayın yapmanın bilimsel prestijin en yüksek formu olduğu fikri ise çok daha yakın dönemde ortaya çıkan bir mefhumdur ve işin doğrusu Maxwell’ın niyetlerinin de neredeyse tersinedir. Ancak dergilerin ve disiplinlerin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan ciddi koordinasyon problemi için gerekli bir çözümdü. Bizler daha çok dergi, daha çok disiplin ve daha çok silo ortaya çıkardıkça; bunların arasında iletişim kurmak giderek daha da zor hale gelmeye başlamıştı.

Ancak bu çözüm de kendi sorununu doğuruyordu: Belli bir katkının kullanım değerinin bir topluma müstakil yararı, yerini “Bu alandaki şu yazının önemi konusunda bir fikrim yok, ancak Nature dergisinde yayınlandıysa mutlaka çok iyi olmalı” şeklinde prestij vekaletlerine bırakıyordu. Bu dergiler o kadar seçicidirler ki, muhtemelen başvuran yayınların %90-95 kadarını geri çevirirler. Bu da bizlerin ve diğerlerinin gözlemlediği dinamik araçsal koşullanma için en uygun koşulları oluşturur. “Mükemmel bir performansı değil, mükemmeliyet performansını” ateşlerler.

Bu durum, özellikle kendi araştırma kapasitelerini geliştirmek ve doğrulamak amacı taşıyan milletler, bölgeler ve topluluklar için problemlere gebedir. Kuzey Atlantik’in geleneksel prestij çevrelerinin “mükemmeliyet”i kendine mal eden tutumları ve bu davranışları yansıtan ve güçlendiren temsilcilerin oluşturulması; kendi sömürgecilik sonrası kapasitelerini kuran gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ülkeleri için gerçekte kaliteli bilimin nasıl olacağı konusunda rehberlik alabilecekleri çok az imkan bırakır. Hatta bu konseptlerin, yeni ve anlamsız kalite güvencesi formatları dayatmaları ile neo-kolonyalizm süreçlerinin bir ürünü oldukları dahi tartışılabilir. Belki de üstü kapalı bir hedef, Kuzey Atlantik bölgesine ait ve orası için kurgulanmış sistemlere yeni bir bağımlılık halkası oluşturmaktır (Bu sıklıkla “hizmetlere yeni pazarlar oluşturmak” olarak adlandırılır).

Kapasite inşası, gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ülkeleri için gerçek bir mücadeledir. Sömürgecilik dönemi mirasının önemli bir parçası, yerel bilgi, iletişim ve yönetim sistemlerinin zayıflatılması ve ortadan kaldırılmasıydı. Yerel araştırma ve bilgi üretimi kurumlarının kurulması ve güçlendirilmesi, bu yolla geleneksel Kuzey Atlantik bilim çevrelerinde üretilen bilimden faydalanabilecek kapasitenin elde edilmesi mantıklı bir ilkesel hedeftir. Bu kapasiteyi elde etme yolunda bir araç olarak, Kuzey Atlantik “mükemmeliyet” normları içinde güçlü bir profil oluşturmaya ve güçlendirmeye çalışmak da yine mantıklı bir stratejik ve taktiksel hareket olarak görülebilir. “Dergileri” bu anlamda sahiplenmek ve onlardan faydalanmak da, bu yaklaşımların önemli bir parçası olabilir.

“Yerel ve küresel önceliklere eşit olarak yer vermek, problemin çözümü için yeterli değildir. “

Daha ileri bir zorluk ise, sahiplenilen bir sistemin hangi parçalarının yerel değerinin olduğunu, hangilerinin yapısal yanlılığı artıracağını ve bunların birbirleriyle ilişkilerini belirlemektir. Connell’in1 “batı tipi” ve “emperyal tip” bilgi arasında yaptığı ayrımdan bu noktada bahsetmek yerinde olabilir. Genel için yararlı olan (“batı tipi”) araç ve yaklaşımların, “emperyal”i destekleyecek güç dengesizliklerinin sürmesini sağlayan sistem ve süreçlerle sıkı sıkıya ilişkili olduğunu hatırlamak gerekir. Açık Bilim gibi kavramlardan bahsedilirken sözü geçen iyi uygulama şekilleri; tekrarlanabilirlik, şeffaflık ve etkili iletişim gibi mefhumları içerirler. Hepsi genel olarak kulağa hoş gelseler de, sıklıkla uygulanabilmeleri için bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon ağları gibi ciddi ve pahalı teknik altyapılara erişim imkanı gerektirirler.

Küresel sağlık, gıda güvenliği ve iklim değişikliğinin önlenmesi gibi konularda yöresel ve geleneksel bilimin değerine yönelik giderek artan bir ilgi vardır. Her ne kadar bu çabalar yöresel bilimin kültürel bağlamını koruyacak saygılı bir şekilde bağlantı kurmayı hedefleseler de, bu bağlamı oluşturan sosyal sınırları zayıflatmak suretiyle kendi içinde önemli bir risk oluşturmaktadırlar. Yerel ve muhtemelen tehlike altındaki bir dilden İngilizceye yapılan çeviri, bu dilin kullanımını azaltır. Geleneksel bilginin bilim sistemlerine mal edilişi, hem bağlamın hem de özgünlüğünün  kaybolmasına yol açar. Üstelik bunların tamamı, yapısal ve tarihsel güç dengesizlikleri bağlamında ortaya çıkar.

Sabato ve Botana’nın 1968’de yayınladıkları, yerel araştırma sistemlerinin milli gelişim üzerindeki etkisini konu alan çalışma2, bu konuda hem bir çerçeve sunmakta, hem de bizzat kendi varlığı ile problemi yalın bir şekilde gözler önüne sermektedir. İspanyolca olarak kaleme alınan bu yazı, hiç bir zaman İngilizceye tercüme edilmemiş ve tarif ettiği model (Sabato Üçgeni) Latin Amerika dışında duyulmamıştır. Makale, en basit şekliyle organizasyonel gelişim üçlü sarmal modelinin öncüsü olarak görülebilir. Bir ülkedeki araştırma, hükumet ve endüstriyel sistemlerinin nasıl bir araya gelmesi gerektiğini detaylandırmaktadır. Bugün bu üçlü sarmal modelinden köken alarak, dörtlü sarmal modeline geçebilir ve sivil toplumun bu denklemde önemli ancak ayrı bir rolü olduğunu kabul edebiliriz.

Ancak bu üçgenin modern sistemlere “çevrilmesi” ne yazık ki sınırlı olmuştur. Çalışmalarında, Sabato ve Botana gelişimi desteklemek üzere bu etkileşimlerin nasıl işlemesi gerektiği üzerine kesin ve açık bir yorum sunmuşlardır. Temelde, bu üçgenin köşelerinden her birinin gücünden veya yoğunluğundan çok, bu köşelerin dengede kalmasının gelişimi destekleyeceğini vurgulamışlardır. Dahası, bu köşelerden birinin dış bir düğüm ile (mesela “uluslararası sistem”in eşdeğer tepe noktaları ile) daha güçlü etkileşimleri olmasının, gelişimi zayıflatacağını savunmuşlardır.

Yerel ve küresel önceliklere eşit olarak yer vermek, problemin çözümü için yeterli değildir. Dengeli bir sistemin kurulabilmesi için, yerel olanın aktif olarak desteklenmesi ve ayrıcalıklandırılması gerekir.

Bu da bizi yine dergilerle ilgili o soruya getiriyor: Bir derginin “kalite”si objektif bir soru mudur, yoksa bir derginin değeri bağlamı içinde belli amaçlara yönelik yararına bakılarak mı değerlendirilir? Araştırma değerlendirme sistemlerimiz, “uluslararası” olarak görülen çalışmalara sistematik olarak ayrıcalık sağlamaktadır, ki aslında “uluslararası” da bir anlamda sadece “Kuzey Atlantik”in eş anlamlısıdır. Bu durum ilgi genişliği sorusu ile prestij ve kaliteyi birleştirmektedir. Bu dergiler küresel kaynaklardan atıf alabilirler, ancak bunları sıklıkla tercihen Kuzey Atlantik yayınlarına toplarlar. Küresel öneme haiz konulara odaklandıklarını savunurlar, ancak tercihen Kuzey Atlantik için önemli konulara odaklanırlar. Hatta “uluslararası” kelimesinin kullanımı da, kendi odak noktalarının aslında küresel açıdan önemli olmadığı konusundaki apaçık itirazlardan kaçınmak için yaptıkları retorik bir el çabukluğu olarak görülebilir.

“Uluslararası” kavramının dar bir coğrafik bölgeye kısıtlanması, yapısal güç ve tarihsel koşulların doğal bir sonucudur. Bu durum, ağ etkileri ve altyapı yatırımı kapasitesi ile de daha da kuvvetlenir. Bir ağın değerinin, içerdiği bağlantılarla katbekat artacağını buyuran Metcalfe kuralı, aynı bölgeye bağlantı verilmesinin sürdürülmesinin, var olan asimetrileri daha da arttıracağına işaret eder. Bu nedenle, yerel ve küresel önceliklere eşit olarak yer vermek, problemin çözümü için yeterli değildir. Dengeli bir sistemin kurulabilmesi için, yerel olanın aktif olarak desteklenmesi ve ayrıcalıklandırılması gerekir. Yine, bu söylediğimiz, araştırma değerlendirme sistemlerimizin şu anki çalışma mantığının tam tersinedir.

“Uluslararası” ifadesi ile Kuzey Atlantik’in kastedildiği bu retorik durum, gidilebilecek tek bir yol bırakıyor. Batı bilgi birikiminde yer alan ve gerçekten insanlık için genel faydası olan (yani “batılı” olan, ama “emperyal” olmayan) bilgiler, mutlaka küresel bir değer veya önem taşımalıdırlar. Bir yerde “uluslararası” kelimesi “küresel” kelimesi ile yer değiştirdiğinde sonuç anlamlı oluyorsa, bahsedilen şeyin değerinin olduğu anlaşılır. Eğer bu yer değişikliği zorluyor veya anlamsız oluyorsa, bahsedilen şeyin Kuzey Atlantik’e özel olduğu ve küresel toplum için sınırlı düzeyde yararlı olduğu düşünülebilir.

Sadece international (“uluslararası”) kelimesini İngilizceden atmak bile ileri yönde değerli bir adım olabilirdi. Ama bunun ötesinde, sistemlerimiz içinde yerel olanı kurumsallaştırmanın yollarını aramak durumundayız. Hatta bundan ziyade, yerel topluluklar, bunu nasıl başarabileceklerini düşünmek durumundalar. İdeal bir derginin, kulüp mantığında olması gerektiğini savunuyoruz. Yani, bir derginin sunacağı şeylerin başında bir kimlik gelir. Öyle ki, bir uygulama topluluğunu tanımlamak yanında, bu topluluğun yeni üyelerinin topluluğa karışabilmesine imkan tanıyan bir platform görevi de görür.

Bunun tam anlamı şu: Bir derginin, özellikle gelişim anlamındaki rolü, yerel bağlantıları ve içerikleri önceliklemektir. En önemli görevi, bir topluluk inşa etmektir. Bu anlamda bakıldığında, “uluslararası” olduğunu iddia eden dergilerin, gerçekten önemli olan konularda en az değerli oldukları açıkça görülür.

Kimdir?

Cameron Neylon, Curtin Üniversitesi Kültür ve Teknoloji Merkezi’nde Araştırma İletişimi Profesörü ve açık araştırma uygulamasının savunucusudur. Impact Story, Crossref, altmetric.com, LSE Impact Blog ve çeşitli yazı işleri kurullarında görev almıştır.

İzin

Bu yazı, SciELO’da yayınlanan “The Local and the Global: Puncturing the myth of the “international” journal” yazısından, yazarının yazılı izni ile tercüme edilmiştir. Orijinal yazı, SciELO 20 Years Konferansı’nda “The political and social impact of journals and the research they communicate” başlıklı panel sunumundan hazırlanmıştır.

Notlar

1. CONNEL, R. Decolonising the Curriculum . Raewyn Connell, 2016 . Available from: http://www.raewynconnell.net/2016/10/decolonising-curriculum.html?m=1

2. SÁBATO, J. BOTANA, N. La ciencia y la tecnología en el desarrollo futuro de América Latina. Políticas CTI. 2012 . Available from: http://docs.politicascti.net/documents/Teoricos/Sabato_Botana.pdf

Kaynaklar

BURANYI, S. Is the staggeringly profitable business of scientific publishing bad for science? . The Guardian. 2017 . Erişim adresi: https://www.theguardian.com/science/2017/jun/27/profitable-business-scientific-publishing-bad-for- science

CONNEL, R. Decolonising the Curriculum . Raewyn Connell, 2016 . Erişim adresi: http://www.raewynconnell.net/2016/10/decolonising-curriculum.html?m=1

FYFE, A., et al. Untangling Academic Publishing: A history of the relationship between commercial interests, academic prestige and the circulation of research . Zenodo. 2017 . DOI: 10.5281/zenodo.546100. Erişim adresi: https://zenodo.org/record/546100

MOORE, S., et al. “Excellence R Us”: university research and the fetishisation of excellence. Palgrave Communications . 2017, vol. 3, 16105 . DOI: 10.1057/palcomms.2016.105. Erişim adresi: https://www.nature.com/articles/palcomms2016105

POTTS, J., et al. A journal is a club: a new economic model for scholarly publishing. Prometheus. 2017, vol. 35, no. 1, pp. 75-92 . DOI: 10.1080/08109028.2017.1386949. Erişim adresi: https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/08109028.2017.1386949

SÁBATO, J. BOTANA, N. La ciencia y la tecnología en el desarrollo futuro de América Latina. Políticas CTI. 2012 . Erişim adresi: http://docs.politicascti.net/documents/Teoricos/Sabato_Botana.pdf

STILGOE, J. Against Excellence . The Guardian. 2014 . Erişim adresi: https://www.theguardian.com/science/political-science/2014/dec/19/against-excellence

Bu Yazının Podcasti

Acilcinin Sesi

Bir yanıt yazın

Ara