Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR), kardiyak arrest gelişen hastalarda hayatta kalımı ve nörolojik iyilik halini artırmak amacıyla uygulanan, temel yaşam desteğinin en kritik bileşenidir. Yüksek kaliteli KPR; koroner ve serebral perfüzyon basıncını maksimize ederek spontan dolaşımın geri dönüşünü (SDGD) sağlamayı ve nihai olarak hastanın hastaneden iyi nörolojik fonksiyonlarla taburculuğunu hedefler. Bu nedenle, KPR uygulamalarının bilimsel temellere dayandırılması ve uygulamada kalite standartlarının yükseltilmesi, acil tıp pratiği açısından hayati önem taşımaktadır.
American Journal of Emergency Medicine dergisinde Mart 2025’te yayımlanan “Emergency Medicine Updates: Cardiopulmonary Resuscitation” başlıklı derleme yazısı, KPR uygulamalarına dair en güncel bilimsel verileri ve önerileri kapsamlı biçimde ele almaktadır.1 Makalenin tam haline buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bu güncel kaynakta; göğüs kompresyonlarının uygulanış tekniği, kompresyon hızı ve derinliği gibi kalite belirleyicileri, kompresyon-ventilasyon oranlarına ilişkin son veriler, mekanik KPR cihazlarının kullanımı, KPR sırasında izlem yöntemlerinin yeri (ör. end-tidal CO₂, arteriyel basınç, ultrasonografi), eğitimli sağlık personeli ile halk arasında yapılan KPR tekniklerinin karşılaştırılması ve “head-up KPR” gibi yenilikçi uygulamaların etkinliği detaylı şekilde değerlendirilmiştir. Derlemede yer alan öneriler, ILCOR, AHA ve ERC rehberleri temel alınarak oluşturulmuş, yakın tarihli randomize kontrollü çalışmalar ve sistematik derlemelerle desteklenmiştir.
Bu yazıda, söz konusu 2025 tarihli kapsamlı güncellemenin öne çıkan başlıkları özetlenecek, acil servis pratiğinde etkili bir KPR uygulaması için bu güncel bilgilerin nasıl kullanılabileceği tartışılacaktır. Özellikle KPR kalitesinin artırılmasına yönelik öneriler ve teknolojik destekli uygulamaların saha pratiğine entegrasyonu, acil tıp uzmanlarının bakış açısıyla ele alınacaktır. Bu yazı, KPR uygulamalarına dair güncel bilimsel verileri değerlendiren yazı dizisinin ilkini oluşturmakta olup; serinin devamında KPR’de ilaç kullanımı, hava yolu yönetimi, defibrilasyon, ultrasonografi destekli uygulamalar, ECMO gibi ileri yaşam desteği yaklaşımları ve ROSC sonrası hasta yönetimi ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.
1. Göğüs Kompresyonları: Uygulama Tekniği ve El Yerleşimi
Kardiyak arrest düşünülen her hastada, yanıtsızlık ve agonal solunumla birlikte nabzın hissedilememesi durumunda hızla müdahaleye başlanmalıdır. Nabız ve solunum değerlendirmesi eşzamanlı yapılmalı ve bu değerlendirme 10 saniyeyi geçmemelidir. Kardiyak arrest tanısı konar konmaz, gecikmeksizin yüksek kaliteli göğüs kompresyonlarına başlanması gerekir. Zira bu kompresyonlar, koroner ve serebral perfüzyon basınçlarını artırarak SDGD ve iyi nörolojik sonlanım şansını artırmaktadır.
Yüksek kaliteli kompresyonlar belirli teknik kriterlerle tanımlanır: doğru hız, yeterli derinlik ve kompresyonlar arası kesintilerin en aza indirilmesi esastır. Güncel kılavuzlar; dakikada 100–120 kompresyon hızını ve en az %60 oranında kompresyon fraksiyonunu (resüsitasyon süresinin ne kadarında göğüs kompresyonu yapıldığını gösterir) hedeflemeyi önermektedir. Mümkünse bu oran %80’in üzerine çıkarılmalıdır. Bu aralık dışındaki hızlar SDGD oranını düşürmekte ve prognozu olumsuz etkilemektedir. Önerilen kompresyon derinliği ise 5–6 cm’dir ve her kompresyon sonrası göğsün tamamen eski haline dönmesine izin verilmelidir. Bu durum, negatif intratorasik basınç oluşturarak kalbin dolumunu ve perfüzyon basıncını artırır. Bazı uygulayıcılar, her kompresyon sonunda elleri hafifçe kaldırarak bu geri dönüşü daha etkin hale getirebilir (Şekil 1).

Aşağıda, göğüs kompresyonlarının optimize edilmesine yönelik temel ilkeler tablo şeklinde özetlenmiştir (Tablo 1):
Öneri | Açıklama |
Kompresyonların yeri | Göğüs kemiğinin orta hattına, kompresörü merkeze alacak şekilde uygulanmalı |
Derinlik | Her kompresyon 5–6 cm (2–2.3 inç) olmalı |
Geri sekme | Göğüs her kompresyondan sonra tam olarak geri sekmeli |
Hız | Dakikada 100–120 kompresyon |
Kesinti | Kesinti sıklığı ve süresi minimize edilmeli, kompresyon fraksiyonu %60’tan fazla, tercihen %80+ olmalı |
Yüzey | Mümkünse sert zemin sağlanmalı ya da yatağın CPR modu aktif edilmeli, hastayı yere almak önerilmez |
Kardiyak arrest hastaları sırt üstü yatırılmalı ve mümkünse altında sert bir zemin bulunmalıdır. Yumuşak yüzeyler, örneğin yatak şiltesi, kompresyon derinliğini azaltarak etkili KPR uygulamasını engeller. Eğer kompresyonun başlamasında gecikmeye yol açmayacaksa, CPR modu aktif edilen yatak ya da sırt tahtası (backboard) kullanılabilir. Literatürde, sırt tahtası kullanımının kompresyon derinliğini ortalama 2 mm artırdığı gösterilmiştir. Ancak ILCOR rehberleri, sırt tahtalarının her sağlık sisteminde standart olarak uygulanması için yeterli kanıt bulunmadığını, maliyet ve eğitim yükü açısından değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Kompresyon uygulayıcısı, hastanın yanında ayakta durmalı veya diz çökerek pozisyon almalıdır. Yatak yüksekliği ayarlanmalı ya da basamak kullanılmalıdır. El pozisyonu da kritiktir: dominant elin topuğu, sternumun alt-orta kısmına yerleştirilmeli, diğer el onun üstüne konulmalıdır (Şekil 2). Bu şekilde uygulanan kompresyonlar, genellikle sol ventrikül seviyesine denk gelir ve etkin perfüzyon sağlar. Uygulayıcının gövdesi, ellerinin tam üzerinde ve kollar tamamen düz olmalıdır. Böylece kol gücü yerine vücut ağırlığı kullanılarak daha az yorucu ve daha etkili kompresyonlar sağlanır. Bazı durumlarda (örneğin cerrahi ya da yoğun bakım hastalarında) hastanın pron (yüzüstü) pozisyonda olması halinde, kompresyonlar T7–T9 vertebra düzeyinden sırtın orta hattına uygulanabilir.

(https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Chest-compression-hand-placement.jpg adresinden elde alınmıştır.)
Kompresyon yapan kişinin yorulması, yaklaşık 1 dakika sonra kalite düşüşüne yol açar. Ancak uygulamalar sırasında her değişim bir ara anlamına geldiğinden, kompresyon sürekliliğini bozmadan değişim sağlamak önemlidir. Bu nedenle kompresör değişimi, ritim ve nabız kontrolü sırasında 2 dakikada bir planlanmalı ve bu kontrol 10 saniyeyi aşmamalıdır. Eğer kompresyonlar 10 saniyeden fazla kesilirse, yeterli perfüzyon basıncının tekrar sağlanması 1 dakikayı bulabilmektedir. Yorgunluk nedeniyle 2 dakikayı bekleyemeyecek uygulayıcılarda, daha erken değişim planlanmalıdır.
Kesintileri azaltmak amacıyla, defibrilatör şarjı kompresyonlar devam ederken yapılmalı ve şok sonrasında ritim kontrolü yapılmaksızın hemen kompresyonlara geri dönülmelidir. Ayrıca kompresyon yapan kişi eldiven takarak defibrilasyon sırasında kompresyona devam edebilir. Ayrıca damar yolu açılması (IV/IO) ve entübasyon gibi girişimler de kompresyonlar devam ederken yapılmalıdır.
2. Hangi KPR Tekniği Daha Etkilidir: Sadece Kompresyon mu, Konvansiyonel KPR mi?
Kardiyak arrest yönetiminde kullanılan iki temel KPR tekniği bulunmaktadır: konvansiyonel KPR ve sadece kompresyon uygulanan KPR. Konvansiyonel KPR, havayolu güvenliği sağlanmamış hastalarda 30:2 kompresyon-ventilasyon döngüsünü esas alır. Eğer ileri havayolu sağlanmışsa (örneğin entübasyon), ventilasyonlar her 6 saniyede bir olacak şekilde sürekli göğüs kompresyonlarıyla birlikte uygulanmalıdır.
Buna karşın, sadece kompresyon uygulanan KPR (compression-only KPR), ventilasyonla uğraşılmadan kesintisiz ve kaliteli göğüs kompresyonlarına odaklanır (Tablo 2). Bu yaklaşım özellikle hastane dışı kardiyak arrestlerde, profesyonel olmayan kurtarıcılar tarafından uygulandığında ön plana çıkmaktadır. Bu yöntemin temel mantığı; her ventilasyon sırasında yapılan ara vermelerin koroner ve serebral perfüzyonu azaltması, kardiyak preload’u düşürmesi ve intratorasik basıncı artırarak SDGD ihtimalini olumsuz etkilemesidir.
Gözlem | Açıklama |
Bystander KPR | Eğitim almamış kişilerce uygulandığında, sadece kompresyon KPR’si konvansiyonel KPR’ye kıyasla hastaneye taburculuk oranlarını artırabilir. |
Eğitimli personel | Eğitimli kurtarıcılarda iki teknik arasında SDGD ve hayatta kalım açısından anlamlı fark bulunmamaktadır. |
Anahtar belirleyiciler | Kompresyon kalitesi ve kompresyon fraksiyonu, nörolojik sonuçların belirlenmesinde kritik öneme sahiptir. |
Bystander: (çevredeki ilk müdahale eden kişi)
Sadece kompresyon uygulanan KPR’nin özellikle kardiyak arrestin ilk 4–6 dakikası içerisinde daha etkili olabileceği düşünülmektedir. Bu erken dönemde miyokard ve beyin dokusu hipoperfüzyona karşı en hassas evrededir. Bu nedenle kesintisiz kompresyonlar, defibrilasyon başarısını da artırabilecek bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.
CPR ve Acil Kardiyovasküler Bakım Rehberi (CPRECC) – ILCOR, AHA ve ERC’nin ortak yayını – yalnızca bir kurtarıcı varsa ya da ağızdan ağza ventilasyon uygulamak istemiyorsa, yüksek kaliteli yalnızca kompresyon uygulamasının yeterli olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca, kurtarıcılar ritim ya da nabız kontrolü için kompresyonları durdurmamalı; otomatik eksternal defibrilatör (AED) hazırlanıp kullanılana kadar ya da acil sağlık ekipleri gelene kadar kesintisiz şekilde KPR’ye devam etmelidir. Hasta bilinç kazanırsa kompresyonlar durdurulabilir.
Randomize kontrollü çalışmalar, bystander (çevredeki ilk müdahale eden kişi) tarafından uygulanan sadece kompresyon KPR’nin, konvansiyonel KPR’ye göre hastaneden taburculuk oranlarını artırdığını göstermiştir. 2017 yılında yapılan bir Cochrane derlemesi, eğitimsiz bireylerin yaptığı sadece kompresyon KPR uygulamalarının, taburculuk ve hayatta kalım oranlarını konvansiyonel yönteme göre anlamlı ölçüde artırdığını ortaya koymuştur. Ancak, profesyonel sağlık çalışanları tarafından uygulandığında, bu iki yöntem arasında SDGD ya da taburculuk oranı açısından fark bulunmamıştır. Daha sonra yayımlanan meta-analizler de benzer şekilde, eğitimli kişiler arasında her iki teknik arasında anlamlı bir fark olmadığını göstermektedir.
Bu veriler doğrultusunda, eğitimsiz bireyler için sadece kompresyon uygulanan KPR hastane taburculuk oranlarını artırabilirken, eğitimli sağlık personeli için her iki teknik de benzer etkinliğe sahiptir. Burada en önemli faktör, göğüs kompresyonlarının kalitesidir. Kompresyon fraksiyonunun yüksek tutulması ve uygulamanın kesintisiz yapılması, hangi teknik kullanılırsa kullanılsın, hasta sonuçlarını iyileştirmede belirleyicidir. Eğer eğitimli sağlık personeli yalnız çalışıyorsa, yardım gelene kadar sadece kompresyon uygulanan KPR etkili bir seçenek olarak kabul edilebilir.
3.Mekanik KPR Yaklaşımları Ne Zaman Kullanılmalıdır?
KPR sırasında kullanılan çeşitli mekanik destek yaklaşımları mevcuttur. En yaygın olanları, mekanik kompresyon cihazlarıdır. Bu cihazlar arasında özellikle AutoPulse (Zoll Medical Corporation) ve LUCAS (Lund University Cardiopulmonary Assist System) cihazları öne çıkmaktadır (Şekil 3 ve 4). Her ikisi de FDA onaylı olup manuel kompresyonlara alternatif olarak tasarlanmıştır.

(https://en.wikipedia.org/wiki/AutoPulse#/media/File:Mechanische_Reanimationshilfe.jpg adresinden alınmıştır.

(https://en.wikipedia.org/wiki/LUCAS_device#/media/File:JASDF_ Automatic_cardiopulmonary_resuscitation_device_at_Komaki_Air_Base_February_23,_ 2014.jpg adresinden alınmıştır.)
Bu cihazlar farklı teknik prensiplere dayansa da ortak amaçları vardır: kompresyonların otomatik olarak, sabit hız ve derinlikte uygulanması, uygulayıcı yorgunluğunun ortadan kaldırılması, kesintilerin azaltılması ve sağlık personelinin diğer hayati girişimlere (örn. damar yolu, entübasyon) odaklanabilmesidir. AutoPulse cihazı göğüs çevresine sarılan bir bant aracılığıyla tüm göğüs kafesi üzerine yayılmış yük uygularken, LUCAS cihazı piston sistemini kullanır. Bu piston sternum üzerine yukarı-aşağı hareketlerle bası uygular ve altına yerleştirilen destek tahtası ile sabitlenir.
Ancak birçok meta-analiz, bu cihazların SDGD, hastaneye taburculuk ya da nörolojik sonuçlar üzerinde manuel kompresyona kıyasla belirgin bir üstünlük sağlamadığını ortaya koymuştur. Üstelik bu cihazların kurulumu, konumlandırılması ve çalıştırılması belirli bir zaman ve eğitim gerektirir. Bu kurulum süreci sırasında KPR’de kesintiler yaşanabilir. Bu nedenle, bu cihazların etkin ve doğru kullanımı için ekip içi koordinasyonun olduğu, standart bir uygulama protokolünün benimsenmesi önerilmektedir.
Bunun dışında, aktif kompresyon-dekompresyon (ACD) cihazları, göğüs kafesini yaklaşık 3 cm yukarı çekerek negatif intratorasik basınç oluşturmayı hedefler. Ancak ACD tek başına yeterli negatif basınç üretemez. Yapılan bir meta-analiz, ACD ile uygulanan KPR’nin klinik sonuçlar üzerinde (hastaneye kabul, taburculuk, nörolojik iyilik) anlamlı bir fark yaratmadığını; ayrıca ACD uygulanan hastalarda cilt travması ve morarma oranlarının daha yüksek olduğunu bildirmiştir. Bu veriler ışığında AHA, ACD cihazlarının rutin kullanımını destekleyecek yeterli kanıt olmadığını belirtmektedir.
Bir diğer yöntem ise inspiratuvar impedans eşik cihazları (ITD)’dir. Bu cihazlar, göğüs duvarı gevşemesi sırasında havanın geri akışını engelleyerek intratorasik negatif basıncı artırmayı hedefler. Genellikle maske, supraglottik havayolu ya da entübasyon tüpü ile birlikte kullanılabilir. ITD’ler genellikle ACD ile kombine edilir. Preklinik çalışmalarda hemodinami ve vasküler akım üzerine olumlu etkileri gösterilmiştir.
Ancak klinik veriler tutarsızdır. ROC PRIMED çalışmasında, ITD kullanılan hastalar ile plasebo arasında SDGD, taburculuk, ya da nörolojik sonuçlar açısından fark saptanmamıştır. Yine de, kabul edilebilir kalitede KPR alan hastalarda yapılan ikincil analizde, ITD grubunda nörolojik olarak sağlam hayatta kalım oranı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. ITD + ACD kombinasyonunun kullanıldığı bazı çalışmalarda da taburculuk ve nörolojik sonuçlarda anlamlı iyileşmeler bildirilmiştir. Ancak genel meta-analiz sonuçları ITD’nin tek başına rutin kullanımını desteklememektedir. AHA, bu cihazların klinik kullanımına dair daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu belirtmektedir.
Sonuç olarak, mekanik KPR yaklaşımlarının hasta sonuçları üzerinde net bir üstünlük sağladığına dair güçlü kanıtlar bulunmamaktadır. Yine de bazı özel durumlarda (örneğin; uzun süren resüsitasyon, nakil sırasında KPR ihtiyacı, personel eksikliği, koroner anjiyografi ya da ECMO sırasında) AutoPulse veya LUCAS gibi mekanik cihazlar yardımcı araç olarak kullanılabilir (Tablo 3).
Gözlem | Açıklama |
Mevcut cihazlar | AutoPulse, LUCAS gibi çeşitli mekanik kompresyon cihazları kullanılabilir. |
Klinik sonuçlar | Mevcut veriler, bu cihazların SDGD, taburculuk ya da nörolojik sonuçlarda üstünlük sağlamadığını göstermektedir. |
Kullanım alanları | Uzamış KPR süresi, az sayıda kurtarıcı, transport, kateterizasyon ya da ECMO gibi özel durumlarda destek aracı olarak düşünülebilir. |
4. Baş ve Gövde Yükseltilerek Yapılan KPR (Head-up CPR)
Baş ve gövde yükseltilerek yapılan KPR, göğüs kompresyonları sırasında hastanın başının ve gövdesinin yukarı pozisyonda tutulmasını içeren yeni bir uygulamadır. Bu yaklaşımın temel amacı; intrakraniyal basıncı azaltmak, ortalama arter basıncını korumak ve bu sayede serebral perfüzyon basıncını artırarak beyin kan akımını iyileştirmektir (Tablo 4).
Gözlem | Açıklama |
Tanım | KPR sırasında baş ve gövdenin yükseltilmesi prensibine dayanır. |
İlk bulgular | Güvenli ve fizyolojik olarak mantıklı bir yaklaşım gibi görünmektedir. |
Sınırlılıklar | Mevcut çalışmalar randomize değildir, körleme yapılmamıştır ve hasta grupları homojen değildir. |
Klinik öneri | Rutin kullanımı öncesinde daha fazla prospektif ve randomize çalışmaya ihtiyaç vardır. |
2019 yılında yayımlanan bir çalışmada, hastane öncesi dönemde baş ve gövdenin yükseltilmesiyle uygulanan KPR paketinin güvenli ve uygulanabilir olduğu gösterilmiştir. 2022 yılında yapılan prospektif bir kayıt çalışmasında, toplam 227 hastada baş ve gövde yükseltilerek yapılan KPR, mekanik ve/veya ACD KPR ve ITD cihazları ile birlikte uygulanmıştır. Bu çalışmada, müdahalenin erken yapılması ile spontan dolaşımın geri dönüşü (SDGD) arasında anlamlı bir zaman-bağımlı ilişki saptanmıştır. 911 çağrısından sonraki ilk 4–12 dakika içerisinde her 1 dakikalık gecikme, SDGD ihtimalini %5.6 oranında azaltmıştır.
2022 yılında yapılan başka bir çalışmada, baş ve gövde yükseltilerek yapılan KPR, hem ACD KPR hem de ITD ile birlikte konvansiyonel KPR ile karşılaştırılmıştır. Müdahalenin ilk 18 dakika içinde başlatıldığı durumlarda hastaneden taburculuk oranlarında anlamlı artış gözlenmiştir. Özellikle ilk 9 dakikada başlatıldığında bu fayda daha da belirgin olmuştur (Odds Ratio: 5.21, %95 CI: 1.74–15.59).
Ancak bu çalışmaların çeşitli metodolojik sınırlılıkları bulunmaktadır. Özellikle randomizasyon ve körleme yapılmamış, tarihsel karşılaştırma grupları kullanılmış ve hasta grupları arasında belirgin yapısal farklılıklar olduğu bildirilmiştir. 2022’de yayımlanan Moore ve ark. çalışmasında, birincil sonlanım için önceden tanımlanmış zaman dilimleri kullanılmamış ve dört farklı acil sağlık sistemi çalışma dışı bırakılmıştır. Bu durumlar, seçim yanlılığı olasılığını artırmaktadır.
Tüm bu nedenlerle, 2024 ILCOR Konsensus Bildirisi, baş ve gövde yükseltilerek yapılan KPR’nin rutin kullanımı öncesinde daha fazla randomize kontrollü çalışmaya ihtiyaç olduğunu belirtmektedir.
5. Göğüs Kompresyonlarının İzlenmesinde Kullanılan Araçlar
KPR sırasında uygulanan göğüs kompresyonlarının kalitesi, kardiyak arrest yönetiminin en belirleyici unsurlarından biridir. Literatürde, eğitimli ve deneyimli uygulayıcılar tarafından yapılan KPR’de bile kalite değişkenlik göstermektedir. Yetersiz derinlik, uygun olmayan hız ve kompresyon aralarındaki kesintiler, SDGD ve hayatta kalım oranlarını doğrudan olumsuz etkileyebilir (Tablo 5). Bu nedenle göğüs kompresyonlarının kalitesini izlemeye yönelik çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemler arasında şunlar yer alır:
- Geribildirim sağlayan mekanik cihazlar,
- KPR koçu kullanımı,
- End-tidal karbondioksit (EtCO₂) ölçümü,
- Arteriyel kan basıncı (özellikle diyastolik basınç) takibi,
- Beyin dokusu oksijen satürasyonunu izleyen bölgesel spektroskopi (rSO₂),
- Yatak başı ultrasonografi (POCUS).
Gözlem | Açıklama |
KPR kalitesi değişkendir | Eğitimli uygulayıcılarda dahi kalite tutarsız olabilir. |
İzleme araçları | Gerçek zamanlı geri bildirim cihazları, KPR koçu, EtCO₂, arteriyel basınç, rSO₂ ve POCUS gibi birçok yöntem mevcuttur. |
Klinik etki | Bu araçların hasta sonuçlarına etkisi sınırlı olsa da, kompresyon kalitesindeki düşüşlerin erken saptanması açısından değerlidir. |
Gerçek zamanlı geri bildirim cihazları, uygulayıcıya anlık olarak kompresyon hızı, derinliği ve göğüsün tam geri sekip sekmediği konusunda bilgi verir. Bu sistemlerin, kompresyon kalitesini artırmakla birlikte hasta sağkalımı ya da SDGD üzerinde anlamlı bir fark oluşturmadığı görülmüştür. 2024 ILCOR sistematik derlemesine göre bu cihazlar, KPR kalitesini artırıcı programların bir parçası olarak yardımcı araç olarak kullanılmalıdır; ancak tek başlarına önerilmezler.
KPR koçu, resüsitasyon süresince ekip koordinasyonunu sağlar. Kompresyon kalitesini izler, değişim zamanlarını ayarlar, defibrilasyon ve entübasyon gibi işlemleri yönlendirir. 2025 tarihli bir sistematik derlemede, KPR koçunun kompresyon süresini artırdığı, kompresyon fraksiyonunu iyileştirdiği, kılavuzlara uyumu artırdığı ve şok öncesi bekleme sürelerini kısalttığı gösterilmiştir. Ancak bu yaklaşımın hasta sağkalımı üzerine anlamlı etkisi gösterilememiştir.
EtCO₂ ölçümü, dolaylı olarak kardiyak output hakkında bilgi verir. EtCO₂ düzeyleri, yeterli perfüzyonu ve dolayısıyla kompresyon kalitesini yansıtır. EtCO₂’nin <10 mmHg olması, kötü kompresyon kalitesi ile ilişkilidir. Bu durumda uygulayıcı değiştirilmelidir. SDGD’nin en erken göstergelerinden biri de EtCO₂’de ani bir yükselmedir. 20. dakikadan sonra hâlâ <10 mmHg düzeyinde olan EtCO₂ değeri, SDGD ihtimalinin %0.5 civarında olduğunu düşündürür. Ani 10 mmHg artış veya değerlerin 30–40 mmHg düzeyine çıkması, SDGD lehinedir. Ancak EtCO₂ değeri; epinefrin gibi ilaçlardan etkilenebilir. Bu nedenle EtCO₂ yorumlanırken klinik bağlam dikkate alınmalıdır.
Arteriyel kateterle takip, doğrudan diyastolik kan basıncı (DKB) ölçümünü sağlar. Bu ölçümden yola çıkarak koroner perfüzyon basıncı da dolaylı olarak değerlendirilebilir. Araştırmalar, DKB’nin 25–40 mmHg aralığında tutulmasının SDGD olasılığını artırabileceğini göstermektedir. Ancak invaziv olması nedeniyle, sadece deneyimli personel varsa veya zaten arteriyel hat mevcutsa kullanılmalıdır. Takım liderinin bu işlem için kompresyonu veya diğer kritik girişimleri aksatmaması önemlidir.
rSO₂ (bölgesel serebral oksijen satürasyonu), NIRS (near-infrared spectroscopy) temelli bir yöntemle ölçülür ve beynin oksijenlenme düzeyi hakkında bilgi verir. Kardiyak arrestte bu değerler düşerken, yüksek kaliteli KPR sırasında artar. Ancak hangi düzeylerin SDGD’yi öngördüğü henüz net değildir ve eşik değer belirlemek için daha fazla çalışma gereklidir.
POCUS (yatak başı ultrasonografi), KPR’nin çeşitli evrelerinde çok amaçlı kullanılabilir:
• Kompresyonun anatomik doğruluğunu değerlendirme,
• Kalp kasılmasını (cardiac squeeze) görme,
• Nabız kontrolü (B-mod, renkli Doppler, pulsatif akım değerlendirmesi)
gibi uygulamalar literatürde desteklenmektedir. Ancak uygulamanın sadece deneyimli bir hekim tarafından ve KPR’yi aksatmadan yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.
Genel Sonuç: Göğüs kompresyonlarının izlenmesi, doğrudan hasta sağkalımını artırmasa da, KPR kalitesinin korunması, kılavuzlara uyumun artırılması ve kritik durumların hızlı tespiti açısından değerlidir. Etkinlik, ekibin izlem verilerini nasıl kullandığına ve gerekli düzeltmeleri ne kadar hızlı yaptığına bağlıdır.
6. Sonuç
Kardiyak arrest, organize kardiyak aktivitenin ve sistemik perfüzyonun kaybı ile karakterize, zamanla yarışılan ve hızla müdahale gerektiren bir klinik tablodur. Bu hayati durumda en öncelikli tedavi yaklaşımı, yüksek kaliteli göğüs kompresyonları ile sistemik perfüzyonun yeniden sağlanmasıdır.
Etkin bir KPR uygulaması için, kompresyon derinliğinin 5–6 cm, hızının ise dakikada 100–120 olması önerilmektedir. Kompresyonlar arasında tam göğüs geri sekmesi sağlanmalı ve mümkün olduğunca kesintisiz uygulanmalıdır. Kompresyon süresinin toplam resüsitasyon süresine oranı olan kompresyon fraksiyonu, en az %60 olmalı, ideal olarak %80’in üzerine çıkmalıdır.
Toplumda, olay yerine ilk ulaşan kişiler tarafından yapılan yalnızca kompresyon uygulanan KPR, konvansiyonel (30:2 oranında kompresyon-ventilasyon) yönteme kıyasla hastaneye taburculuk oranlarını artırabilir. Ancak, eğitimli sağlık personelinde bu iki teknik arasında anlamlı fark bulunmamaktadır. Bu noktada, hangi yöntemin uygulandığından çok, kompresyon kalitesinin korunması öne çıkmaktadır.
Mekanik KPR cihazları (örneğin LUCAS, AutoPulse), bugüne kadar yapılan çalışmalar ışığında sağkalım, SDGD veya nörolojik sonuçlar üzerinde belirgin bir fayda göstermemiştir. Ancak özel durumlarda —örneğin az sayıda kurtarıcı mevcutsa, uzamış KPR gerekiyorsa veya transport/anjiyografi/ECMO gibi işlemler sırasında— bu cihazlar destekleyici araçlar olarak tercih edilebilir.
Son olarak, göğüs kompresyonlarının monitorizasyonu, hastaya doğrudan fayda sağlamasa da, kılavuzlara uyumun artırılması, kompresyon kalitesindeki düşüşlerin erken saptanması ve ekip içi müdahalelerin zamanlamasının iyileştirilmesi açısından son derece önemlidir. Bu izleme, geribildirim cihazları, KPR koçu, EtCO₂, arteriyel hat ile DBP takibi, rSO₂ ölçümleri ve POCUS gibi yöntemlerle yapılabilir.
Sonuç olarak, KPR’nin başarısı; tek bir cihaz ya da yöntemden çok, ekip koordinasyonu, uygulama kalitesi ve rehber ilkelerine sadakatle yürütülen çok boyutlu bir müdahale yaklaşımıyla şekillenmektedir.
Kaynak
- 1.Long B, Gottlieb M. Emergency medicine updates: Cardiopulmonary resuscitation. The American Journal of Emergency Medicine. Published online July 2025:86-93. doi:10.1016/j.ajem.2025.03.057