fbpx

“Cem Yılmaz, 2001… Askerden yeni dönmüşüm” diye başlıyordu İstanbul’un 2053’ünde geçen Cem Yılmazlı Telsim reklamı. “Telsim’in o zamanlar rakipleri vaaar! Şimdiki gibi tek başlarına değiller!” diye de devam ediyordu. Vızır vızır uçan arabalarla bezeli İstanbul semalarında, neyse ki yine de bol bol güvercin yaşıyor, Cem Yılmaz’ın heykeli de bundan payına düşeni alıyordu. Eskiler “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” demiş (Özetle, insan unutur). 2053’e giden yolun yarısını bile geçmeden; ne Telsim kaldı geride, ne de o reklamı hatırlayan var.

Cem Yılmaz, Telsim ile “duygusal” bağını böyle özetliyordu reklamında…

Gelecekle ilgili konuşmanın zor tarafı da bu. Kendi ruh halinin ve içinde bulunduğun anın dar kalıplarının pençesinde, geçmişe ve o günün umut vadeden yeniliklere bakıp hayaller kurmaktan ibaret belki de gelecek fikirleri. Umutsuz bir anınızda distopik bir gelecek, coşkulu bir anınızda ise ütopik bir gelecek hayal etmeniz işten bile değil. Peki bunlardan hangisi gerçek olacak? Muhtemelen hiç biri.

Biz bu yazımızda, “Gelecekte tıpta neler olacak?” sorusundan ilham alarak, hem biraz fikir jimnastiği yapmak, hem de tıpta umut vadeden teknolojilere dikkat çekmek istedik. Bunların bir kısmı belki çok daha kısa sürede gerçek olacak, bir kısmı ise belki asla gerçekleşemeyecek. “Geleceği biliyorum” diyen yalan söyler. Ama bugün birimiz hayal edebiliyorsak, yarın birisi bunu yapabilecek demektir. Meşhur bilim kurgu yazarı Jules Verne’in “80 Günde Devrialem” kitabında yazdığı gibi: “Bir insanın hayal ettiğini, bir başkası gerçeğe dönüştürebilir”.

Twitter’da Türkçe ve İngilizce tweetler aracılığı ile bilim insanlarının 2040 yılı hayallerini topladık.

Yazının hazırlanmasında 75’ten fazla kaynak kullandık (Bağlantıları kullanarak kaynakları incelemenizi öneririz). Aynı zamanda sosyal medya üzerinden çok sayıda (Tam sayı vermek gerekirse; 44!) bilim insanının 2040 yılıyla ilgili tahminlerini de toplayarak yazıya dahil etmeye çalıştık.

İsterseniz buyurun başlayalım.

***

Güzel Bir Sabah

Kişisel asistanımın zil sesi, akıllı saatimin titreşimiyle birleştiğinde uyanmam artık kaçınılmaz oldu. Gözlerimi zorla araladığımda, odamdaki lambalar tam güçte açılmış, duvarlar parlak güneş ışınlarına benzer tonlarla aydınlanmıştı. “EFE, sabah bilgisi” diye mırıldandım, yataktan çıkarken. Kişisel asistanım konuşmaya başladığında banyoya ulaşmıştım bile: “Merhaba İbrahim. Bugün 8 Ocak 2040 Pazar. Saat 07:00. Bu gece 6 saat 20 dakika uyudun. Sağlık parametrelerin normal. Bunu söylemekten nefret ediyorum ama hastanede 08:00-16:00 nöbetin var. Hava oldukça soğuk, gün içinde kar yağışı bekleniyor. Çıkarken paltonun yanında bereni ve eldivenlerini de almanda yarar var. Yol durumuna gelince… Trafik akıcı. Hastaneye tahmini ulaşma süren 20 dakika.”

Yüzümü yıkarken “Pazar sabahı yollar açık olacak tabi. Bizden başka çalışan mı var?” diye söylendim.

Kişisel asistanım, “Sizin de işiniz zor, İbrahim!” diye cevapladı alaycı bir ses tonuyla. Dalga geçilmesine bozularak, espri özelliğini biraz azaltmanın yararlı olabileceğini düşündüm. Ama yatak odama döndüğümde dolabın açıldığını ve nöbet kıyafetlerimin askıda hazır olduğunu görünce asistanıma kızgınlığım biraz azaldı. Üstelik mutfakta favori mısır gevreğim sıcak sütle hazırlanmış halde beni bekliyor, termosuma dolan kahvenin dumanı hala tütüyordu.

Dışarıya çıktım. Hava gerçekten çok soğuktu. “Neyse ki araba sıcak” diye söylendim. Asistanım ben hazırlanırken arabayı ısıtmış olmalıydı. Arabama ulaştığımda araç kilidi otomatik olarak açıldı. Bindim. Arabam rotayı belirleyip kendi kendine hareket ettiğinde, içerinin sıcaklığı ile şöför koltuğunda gevşemiş, aracın konsolundaki ekrandan acil tıp alanında en son yayınlanan makalelerin özetlerini okumaya başlamıştım.

Nöbet Başlıyor

Arabamı hastanenin dikey otoparkına bıraktıktan sonra acil servise doğru yürümeye başladım. “EFE, kırmızı alan yoğunluğu” dedim. Hastane bilgi sistemine bağlanan kişisel asistanım, birkaç saniye sonra kulaklığımdan cevapladı: “Kırmızı alanda takip edilen 3 hasta var. Tanıları dinlemek ister misin?”

Acil servis kapısından içeri girdiğimde kapının yanındaki sensörlerin ışığı yeşil olarak yandı. Bu, üzerimde silah veya delici kesici alet görülmediği ve yüz taramamın normal sonuçlandığı anlamına geliyordu. Birkaç yıl önce, sağlık personelinin daha etkin korunabilmesi amacıyla kurulan bu sistemler, hastane içinde yaşanan şiddet olaylarının azalmasına önemli bir katkı sağlamıştı.

“Evet” dedim. Ne ile yüzleşeceğimi bir kaç dakika önceden öğrenmek anksiyetemi azaltıyordu.

“1. Hasta: A. B. 50 yaş erkek hasta; KKY, KBY, HT, DM hastası. Evde hemodiyaliz alıyor. Güçlendirilmiş Eksternal Kontrpulsasyon (EECP) tedavisi sırasında senkop geçirmesi üzerine acil servisimize getirilmiş. 2. Hasta: C.D. 40 yaş kadın hasta; kozmetik amaçlı stromal vasküler fraksiyon (SVF) uygulaması sonrası doku nekrozu ve sepsis nedeniyle sevk edilmiş. 3. Hasta: 90 yaş kadın hasta; trafik kazası nedeniyle sol bacak total ampute. Biyonik uzuv kullanıcısı. Biyonik bacağın arızasına bağlı düşme sonrası intrakraniyal kanama nedeniyle sevk edilmiş.”

Kişisel asistanım hastaları anlatmayı tamamladığında Acil Tıp doktor odasından içeri girdim. Saat 07:50 olmuştu. Mesaim başlamak üzereydi. Alelacele üstümdekileri çıkarırken, hekim arkadaşlarıma selam verdim. Çantamdan sadece çan kısmından oluşan steteskopum, el ultrasonum ve katlanabilir tablet bilgisayarımı çıkararak kırmızı alanın yolunu tuttum.

Kırmızı alana giden yol, yeşil ve sarı alanlardan geçiyordu. Son 20 yılda triyaj sisteminin – en azından isimlendirmeleriyle – çok da değişmediğini fark ederek şaşırdım. Yeşil alandan geçerken, kapıda 8-10 hasta beklediğini görünce duraksadım. Neler olduğunu görmek için muayene odalarından birinin kapısını açtım. 80’li yaşlarında bir erkek hasta, nefes bile almadan muayene masasında oturan robo-doktora derdini anlatıyordu. İçeri girdiğimi görünce bana dönerek “Doktor musun?” dedi. Başımı sallamamla birlikte, bağırmakla konuşmak arası bir ses tonuyla “Bu uşak beni anlamıyor! 10 dakikadır konuşuyorum boş boş bakıyor” diye dertlendi. Robo-doktorun muayene ekranına baktığımda gülerek başımı salladım.

“Anlamamış emice seni bu alet!” dedim.

Gözlerini kocaman açarak cevapladı:

“Neyi anlamamış uşağım! Boynumdan bir ağrı giriyor, göğsümden iniyor, bacaklarımda dolaşıp böbreklerime çıkıyor. Ayaklarım üşüyor, kollarım yanıyor. Başım şişiyor, gözlerim kızarıyor.”

Yapay zekanın verdiği mücadeleyi düşününce gülecek oldum ama kırılmaması için gülemedim. Yine de bakışlarımdan durumu fark etti:

“Koydunuz bu robotları buraya! Bi’şeyden anladıkları yok!” dedi.

Birkaç yıl önce Türkiye’deki hemen her hastane yeşil alan muayenelerinde robo-doktorları kullanmaya başlamıştı. Yapay zeka kullanan ve temel fizik muayene yapabilen bu aletler, her biri online sistem üzerinden bir hekim tarafından onaylanmak üzere, tedavi yazabiliyor ve reçete-rapor verebiliyordu. Ancak “Bi sarı serum!”, “Oğlanın mezuniyeti için 3 gün rapor!” gibi istekleri anlamadıkları ve cevaplamadıkları için zaman zaman hastaların tepkisini çekebiliyorlardı. Yandaki muayene odasının robo-doktoru da 3 gün önce bu sebeple şiddete maruz kalmış ve heke ayrılmıştı. Yetkililer ise bu durumu esefle kınamışlardı.

Robo-doktorun ekranında bir kaç tuşa basarak muayene rotası çizdim ve “Hay gözünü seveyim. İyi ki insan doktorlar var” sözleri altında odadan ayrıldım.

Biraz ileride triyaj bölümü vardı. Burada da hemşireler çalışmıyor, hazır bekleyen muayene koltuklarına oturan hastaları otomat benzeri sistemler değerlendirerek triyaj veriyordu. Ateş, nabız, tansiyon, oksijen satürasyonu gibi temel vital bulguların yanı sıra, hasta yüzünün yapay zeka tarafından değerlendirilmesiyle “kötü görünümlü” hastaların da ayırt edilmesi mümkün olmaktaydı. Yine, hasta muayene koltuğundan kalkmadan EKG’si çekiliyor, bilgisayar tarafından yorumlanıyor ve dosyasına kaydediliyordu. Şikayetlerin kan tetkiki gerektirme ihtimali yüksekse, aynı koltukta parmak ucundan alınan kan örneğinden hemogram, rutin biyokimya, kardiyak marker gibi tetkiklerin de hemen alınması ve muayene öncesi çalışılması mümkün oluyordu. Böylece bekleme süreleri ciddi oranda azalmıştı. Acil servisimiz için günlük hasta muayene sayısı ortalama 5.000’leri bulmakta, ancak bekleme süresi yarım saati sıklıkla aşmamaktaydı.

Triyaj otomatlarından birinde arkadaşım Fehim’i görünce şaşırdım. “Hayrola abi?” diyecek oldum. “Hiç sorma abi!” dedi kolundaki saati göstererek. “Ritim bozukluğum olduğunu söylüyor. Mecbur geldik.” Başımı salladım: “Nöbeti devralacağım şimdi, ama sıkıntı olursa mutlaka haber ver.” dedim.

Kırmızı alana girdim. Senkop geçiren hasta oturmuş, önündeki şeffaf ekran üzerinden yakını ile görüşüyordu. Sepsis hastasına Enfeksiyon hastalıkları ve Cildiye “yatak başı” konsültasyonları yatak kameraları aracılığıyla sürüyor, nöbeti devralacağım arkadaşım kameralardan birine bakarak onlarla görüşüyordu. İntrakraniyal kanaması olan hasta entübe edilmiş, gövdesi sabit sıcaklık ve nem değerleri sağlayan vücut koruma örtüsü ile kapatılmıştı.

Koltuğuma oturarak kırmızı alan gözlüğünü taktım. “Devir notları…” dediğim anda, hastalarla ilgili özet bilgiler ve normal dışı laboratuvar sonuçları retinama yansımaya başladı.

Bir dakika geçmemişti ki, Kırmızı Alan ses sisteminin “Mavi kod!” uyarısı ile yankılandı. Aynı anda gözlüğüme 112 ambulansının entegre kameralarından görüntü akışı başladı. Travma tahtası ve servikal collar’ı olan bir hasta otomatik CPR makinesine bağlanmıştı. “Vaka nedir?” dedim. Ambulansın kargaşasında hastaya müdahale eden paramedik,  “20 yaş erkek, 6 metreden düşme. Olay yerine ulaştığımızda nabzı vardı.” dedi. “Muayene?” diye sordum. “Endotrakeal tüp yerinde, ambulans içi röntgende pnömotoraks yok. USG’de batın içi hemoraji var. Kardiyak tamponad yok. Parmak ucu hemoglobin 9. Geçen ayki hemoglobini 12. Yapay kan transfüzyonuna başladık.” diye cevapladı. “Elinize sağlık. Bekliyoruz.” diyerek görüşmeyi sonlandırdım.  

Nöbeti devralacağım arkadaşım yanıma geldi. “Travma, mavi kod.” dedim. “Yahu” dedi. “Bizim devirlerimiz niye hep böyle hareketli oluyor?”

Dudak büktüm.

Gelecek Hayalleri

Gelecekte her alan gibi tıbbın da dramatik değişiklikler geçireceği öngörülüyor. Yapay zeka ve işlemcilerin daha çok güçlenmesi ve internet bağlantısının gelişmesi ile birlikte, bugün mümkün olduğundan haberdar bile olmadığımız şeyler mümkün olacak ve çok vaktimizi alan işler kolaylaşacak. Her meslek gibi tıp diplomasının da tek başına iş sahibi olmaya yetmeyebileceği bir dünya olacak bu.

Normal bir EKG’den kişinin atriyal fibrilasyonu olup olmadığı anlaşılabileceği gibi, kişinin yüz taraması ile de sağlık durumu belirlenebilecek. Duygudurumunuzun Wi-Fi dalgalarıyla “ölçülebileceği”, vücudunuzdaki mikroplara bakılarak “tanınabileceğiniz”, yüzlerce metre uzaktan kalp atımlarınızın tespit edilebileceği, aracınızın “değişik” bir yolla “sizi” tanıyabileceği, evde yapabileceğiniz testlerle hastalık risklerinizden soyağacınıza kadar bir çok bilgiyi edinebileceğiniz, yaşlılarınızı robot bakıcılara emanet edeceğiniz, EKG’yi geçtim EEG’nizi bile evinizde çekebileceğiniz, buzdolabınızın içindekiler hakkında fazlasıyla bilgi sahibi olduğu, ilaçlarınızı asistan cihazınızın kontrol ettiği, alçı atelinizin 3D yazıcılarla üretildiği, cerrahınızın ameliyatınız öncesinde vücudunuzun tam bir dijital modeli üzerinde pratik imkanı bulabildiği, operasyonlarınızı robotlara yaptırabileceğiniz, sanal gerçeklik sayesinde kendinizi bir anda bir oyunun tam içinde bulabileceğiniz, anatomi eğitiminizi sanal 3 boyutlu ortamda gerçekleştirebileceğiniz,  OED’lerin ve acil tıbbi malzemelerin drone’larla taşındığı, ECMO’nun şehrin sokaklarında başlandığı, engellilerin hayata daha kolay entegre olabileceği, rehabilitasyon için harika destek ürünlerinin kullanılabildiği, bütün sağlık verilerinizi bir akıllı kartta saklayabileceğiniz, yere düştüğünüzü saatinizin anlayarak 112’ye haber verebileceği, su sıkıntısının giderek artmasıyla yeni tasarruf yöntemlerinin ortaya çıkacağı bu dünyada; her şeyin başına “akıllı” ifadesini getirirken kendi akıllarımızı kaybetmemek en büyük “challenge” olacak kuşkusuz.

Her hekimin, tıpkı yabancı dil gibi, bilgisayar programlama ve yapay zeka uygulamalarından da bir parça anlaması gerekecek. İşe alımlar yapay zekaya emanet edilecek. Triyajımızı bilgisayarlar yapacak. BT ve MRI acil servise tam entegre olacak, çok düşük radyasyon düzeyiyle çekilebilen görüntüleri yapay zeka okuyacak.  Salgınlar ve acil servis başvuruları daha yüksek başarı oranıyla öngörülebilecek. Bu noktada gönüllülerin destek rolü de artacak. Boğaz ağrısında antibiyotik gerekip gerekmeyeceğine telefon uygulamalarımız karar verecek. Tedaviler kişiye özel olacak, bazı ilaçlar uzayda sentezlenecek, 10.000-100.000 hastanın yer aldığı klinik çalışmalar mümkün olacak, bugün çaresiz sandığımız bir çok hastalık tedavi edilebilir olacak ve ortalama yaşam süresi daha da artacak. Her 4 kanser hastasından 3’ü iyileşebilirken, diyabet, alzheimer gibi “çağın hastalıkları” yenilebilecek. Artan şehirleşme ve yeni teknik imkanlar, Allerji ve İmmünoloji alanında ilerlemeye zorlayacak. Robot askerler savaş meydanlarını doldursa da, ölen yine insanlar ve insanlık olacak. Yapay organlar üretilecek, firmalar vücutları “upgrade” etmeyi vadedecek, tabi bunun mafyası, kaçakçısı, “merdiven altı” üretimi de olacak. Hepsi de bozulduğunda elbette acile gelecek. Yapay zeka ırkçılık yapacak, sağlık sigortaları değişecek, yeni ilaçlar çıkacak, bakteriler yeni dirençler kazanacak, damarlarımızda robotlar dolaşacak. Hangi hastaya nakil yapılacağı, sahada triyajın nasıl yapılacağı gibi konularda robotlara güven arttıkça, “yapay zeka etiği” alanında bolca tartışma çıkacak. Pek çoğu aslında pek de yarar sağlamayan review’ları artık robotlar yazacak. Merak etmeyin, yapay zeka dünyayı ele geçirip hepimizi köle yapmayacak. Her zamanki gibi, ne yapacaksak kendimiz kendimize yapacağız.

Hala gidilecek yolumuz var. Bugün duyduğumuz muhteşem başarılı yeniliklerin bir kısmının düzmece çıkacağını tahmin etmek de zor değil. Teknoloji ilerlese de; aşı karşıtlığı, küresel ısınma, yoksulluk gibi sorunlar yepyeni cepheler açacak.

Mücadele, boyut değiştirerek sürüp gidecek.

Nöbet Bitiyor

Yorucu bir günün sonunda, saat 16:20’de hastalarımı devrederek kırmızı alandan ayrıldım. Önceki yıllarda 24 saatlik nöbetleri nasıl tutuyorduk sahi? Geçtiğimiz yıllar, sigorta şirketlerinin baskısıyla birlikte, hekimlerin çalışma düzeninde de ciddi bir düzenlemeye gidilmesine yol açmıştı. Artık olağanüstü haller dışında 8 saatten uzun süren bir nöbete asla izin verilmiyordu.

Üstümü değiştirip hastaneden ayrılmak için yürürken, yine yeşil alanın önünden geçtim. “Ama benim işim çok acil!” diye bağıran birini görünce duraksadım. Triyaj bir hata yapmış olabilir miydi? Yanına giderek “Neyiniz var?” dedim. Haykırarak, “Kardeşim randevu alamıyoruz 3 aydır… Burda da ‘Sıra bekleyeceksin’ diyorlar. Robo-doktorların hepsini parçalayacağım!” diye cevapladı.

“Şikayetiniz neydi?” diye sordum tekrar.

“Topuk dikeni, dedi sinirle. “Ben acil değilsem, söyle kim acil? İlla ölmemiz mi gerekiyor acil olmak için?!”

Gülümsedim.

“Dünyanın yeni kıtalara değil, yeni insanlara ihtiyacı var.”

Jules Verne

Yazıdaki katkılarından dolayı aşağıdaki isimlere teşekkür ederiz (alfabetik sıra):
We would like to thank the following names for their contributions to this article (alphabetical order):

Aysuda Ceylan, Ayşenur Asuman Uğur, Başak Ozan Özparlak , Bayram Kapşigay, Burak Berber, Burak Özkösem, Can Özen, CanadiEM, Chuck Petras, Derya Unutmaz, Drug info geek, Elias Jaffa, Eren Bali, Eser Uyanık, Fatih Beşer, Gelecek Bilimde, Göker Güner, Haldun Akoğlu, İlkay Erdoğan Orhan, İsmail Sarbay, Josh Farkas, Justin Hensley, Kaan Yılancıoğlu , MDCrit, Mehmet Ali Aslaner, Mesut Uğur, Mustafa Saad Altay, Nevit Dilmen, Nevrez Koylan, Özgür Özen, Özgür Turgay, Sertaç Şeviş, Sevgi Salman Ünver, Sıtkı Sarper Sağlam, Sinan Görgülü, Sua Soysal, Türker Berk Dönmez, Vefa Kırkağaç, Vinay Choksi, William Niven, Yusuf Ali Altunci, Yusuf Yeşil, Zaf Kasim, @pt_eren

Kapak Resmi: Scott Richard, Deviant Art

Çıkar Çatışması: Yazı bağlantılarında bahsi geçen ticari ürün ve firmalardan mali veya başka türlü hiç bir destek alınmamıştır ve yazıyı etkilediği düşünülebilecek hiç bir ilişki yoktur.

133 Responses

Bir yanıt yazın

Ara