No account yet? Register
Akademi, genelde belirli bilim ya da sanat alanlarında özel eğitim veren bir orta ya da yüksek okulu tanımlamak için kullanılıyor. Çoğu yerde bizlere göre ‘Akademi’ kelimesi, öğrenilen bir kurum, öğrenmiş bir topluluk ya da en azından teorik (‘akademik’) bir eğitim kurumu anlamına gelmiştir. Ancak bu tanımların ötesinde, özel olarak bilim, sanat, edebiyat, müzik gibi alanların gelişmesine hizmet eden, bu alanların önde gelenlerinin liyakat esasına göre kurduğu topluluk ya da dernek anlamına da geliyor.1
Academus
Academus
Akademi, akademik dünya, akademik kariyer, akademik çalışma , akademik kadro vb. gibi günümüzde her düzeyde çok yaygın kullanılan kavramın kökeni antik Yunan dönemine uzanmaktadır. “Academus” antik Yunan döneminin bir kahramanıdır (hero). Ardında kült inanan kitlesiyle efsanevi bir kahraman olan Academus, Atina’nın merkezinin yaklaşık 1,6 km kuzeybatısındaki bahçe ve koruyu jimnastik ve yarışmalarda kullanılması için Atinalılara bırakmıştı.2 O zamanlarda kullanılan kahraman (hero) kavramı ile günümüzdeki anlamı arasında fark vardı.
Bugün kahraman kelimesini kullandığımızda, olağanüstü durumlarda olağanüstü bir erdem veya cesaret gösteren birini düşünürüz. Eski Yunanlılar için kahramanlık bir tür ahlaki başarı değildi, ama bir durumdu. Birisini kahraman yapan neydi? Bir kahramanın oğlu olmak. Şecere ilk kriterdi. Buna ek olarak, uzun boylu ve güzel görününmek gerekiyordu. Askeri cesareti olmalıydı. Onu tartışılmaz sadakatle takip edebilecek bir grup izleyeni bulunmalıydı. Ve Homerosun İlyada’sında Achill’in kendi memleketinden ayrılmasında tasvir edildiği gibi, kendisini sürekli olarak kanıtlamak zorundaydı çünkü bu bir yarışma ve rekabet dünyasıydı.Kahramanlık bazı yönlerden dikkat çekici derecede kırılgan bir durumdu. Sürekli test ediliyordu. Bu sıfır toplamlı bir oyundu, çünkü birinin kazandığı herhangi bir şey, diğerinin kaybetmesi demekti. Kahraman, erdem ya da mükemmellik olarak tercüme edilebilecek “arete” gösterirdi. “Aristeia”, yani en iyisiydi. Savaşta, alev alev parlardı. Bir tür süper insan gücü üstlenmişti.3
Akademi, kahraman olarak görülen Academus’un anısına M.Ö. altıncı yüzyılda jimnastik için kullanılan koruluğun da adıydı. Zaman içinde çevresi duvarlarla örüldü ve Atinalı yöneticiler tarafından kurak toprağı verimli hale gelsin diye Cephisus nehrinin yönü bu bölgeye çevrildi, zeytin ve çınar ağaçları dikildi.
Platon’un Akademisi
Platon’un Akademisi
Bir mitolojik kahramanın, Academus’un isminin Platon’la buluşması, Platon’un siyasetle olan dramatik ilişkisiyle olmuştur. Aristokrat bir aileden olan Platon MÖ 428 ya da 427 yazının başlarında Peloponnes Savaşının ilk yıllarında Atina’da doğdu. Ona dedesinin adı olan “mükemmel”, “ün sahibi” anlamına gelen Aristokles adını vermişlerdi, ancak alnı ve bağrı geniş olduğundan, jimnastik hocası Argoslu Ariston ona “geniş” anlamına gelen Platon adını uygun gördü.
Atina’nın soylu ailelerinin çocukları gibi müzik, hitabet, şiir ve beden eğitimini içeren iyi bir eğitim almış olmalıdır. 20’li yaşlarına gelince ise bütün Atinalılarca tanınan Sokrates, hayatına bir torpil balığı gibi çarpmış, tarihin en çok bilinen hoca-öğrenci ilişkisi doğmuştur. Peki Sokrates’te onu bu kadar şiddetli bir şekilde etkileyen ne olmuştur? Kabul edilebilir bir ihtimal olarak şu ileri sürülebilir: Platon 20’li yaşlarda iken Atina yavaş yavaş kaçınılmaz sona doğru gitmektedir. Bu son, Atina ve müttefiklerinin kesin mağlubiyetidir. Bu savaş süresince popüler ancak yeteneksiz Kleon, yetenekli ancak ahlaksız Alkibiades gibi önderler Atina halkını felaketten felakete sürüklemiştir. Atinalılar başlarına gelecek daha büyük felaketlerden korkmaktadırlar ve ümitsizlik içerisindedirler. Atina’nın bütün kurumları çökmüş, sitenin geçmiş hayatında dayandığı değerler, kavramlar, kurumlar yerle bir olmuştur. Sofistler yasaların, siyasi kurumların, dinsel inançların, ahlaki geleneklerin altını oymuşlardır. Her tarafta tam bir anarşi, kaos ve çözülme havası hakimdir. İşte bütün bu bozgun ümitsizlik ve çözülme ortamı içinde sadece bir kişi kararlı ve cesur bir şekilde metanetini, direncini yitirmemekte ve şiddetli fırtınalar içinde ilerleyen bir geminin sarsılmaz iradeli kaptanı gibi adalete, erdeme, bilgiye liyakate, doğruluğa olan derin inancını korumakta, savunmakta ve kent devletini, siteyi güvenli bir şekilde yeniden kurmayı mümkün kılacak bir ahlaki öğretinin ilk ışıklarını saçmakta, temellerini atmaktadır. Sitenin yönetiminde aktif görev ve rol almayı isteyen Platon, Sokrates’in ilginç kişiliği ve karakterinden, daha da önemlisi ahlaki-siyasi misyonundan ve vizyonundan etkilenmiştir. 4
Platon, Sokrates ile tanıştığında 20 yaşında Atina’da ünlü olan herkesçe tanınan Sokrates 60 yaşındadır. Platon yaklaşık sekiz yıl Sokrates’in derslerini izlemiştir. Peloponnes savaşı sırasında Spartalılar tarafından Atina yönetimine yerleştirilen Otuzlar oligarşisi çöktükten sonra, üç kişi Sokrates’i gençliği baştan çıkardığı ve sitesin (Atina’nın) tanrılarına inanmadığı gerekçesiyle ihbar eder. Sokrates ölüm cezasına çarptırılır, kaçmayı reddeder ve MÖ 399’da baldıran zehiri içerek yaşamına son verir.5
Ailesi çevresi, eğitim ve kişisel zeka ve yetenekleri, siyasi ilgileri ile siteye gönülden inanan, sitenin yönetiminde görev almayı isteyen Platon, aktif biçimde rol oynama arzusunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyecektir. Bizzat kendisinin anlattığına göre Peloponnes Savaşı’nın sonuna doğru kurulan Otuzlar Hükümeti döneminde devlet işlerini katılmaya karar vermiş, hatta bu hükümetteki tanıdıkları, akrabaları uygun bir iş vermek üzere onu çağırmışlardır, fakat çok geçmeden, onların yaptığı kötülüklerle eski düzeni, yani demokratların düzenini altın bir çağmış gibi arattıklarını görmüştür. Bundan bir süre sonrada Otuzlar Hükümeti devrilmiş, Platon’un bu kez biraz isteksiz de olsa görev alma isteği yeniden uyanmış; ancak iktidara tekrar geçen demokratlar bu dönemde de en değer verdiği dostunu, yani Sokrates’i mahkemeye sürüklemiş ve ardından ölümüne yol açmışlardır. Böylece Platon yönetimde yer alma konusundaki ikinci girişimde de hayal kırıklığına uğramıştır.
Platon’a göre filozoflar iktidara gelmedikçe ya da devletin başında olanlar gerçek filozof olmadıkça adalet ve bilgeliğe dayanan bir devlet kurulamayacaktır. Bu düşüncelerle İtalya’nın Sicilya adasındaki Sirakuza kentinin tiranı I. Dionysios’un davetini kabul ederek İtalya’ya gider. Bu tarihte, Yunan dünyasında belli bir üne kavuşmuş olan 40 yaşındaki Platon, bu çağrı ile eline kafasındaki bilgeler yönetimini gerçekleştirmek yolunda tarihsel bir fırsat geçtiği umuduna kapılır.6 Ancak buradaki hayat da Atina’dakinden çok farklı değildir. Hayal kırıklığına uğrayan Platon için bu seyahatin tek kazancı tiranın kayınbiraderi Dion’la tanışması olur. Fakat gerek I. Dionysios ile aralarındaki anlaşmazlıklar gerek genç Dion ile kurduğu yakın dostluktan I. Dionysios’un kuşkulanması aralarını açar. Ayrıca Platon’un kendisine verdiği ahlaki ve “uygunsuz” politik öğütlerden de sıkılmakta giderek rahatsız olmaktadır.
Nitekim çok geçmeden Platon’a artık misafirliğinin istenmediği hatırlatılır ve bir gün Sireza’da bulunan bir gemiye bindirilir. Gemi o sırada Atina ile savaş halinde bulunan Aegina adasına uğrar ve bir Atina yurttaşı olan Platon o zamanlar geçerli olan savaş kurallarına göre köle olarak satılır. Burada iyi bir şans eseri olarak zengin bir Kireneli bilge olan Annikeris Platon’u tanır ve köle olarak satılmak üzereyken fidyesini ödeyerek serbest kalmasını sağlar.
Platon Atina’ya vardığında, dostları fidye bedelini toplayarak Annikeris’e vermek isterler, ancak o kabul etmez. Bunun üzerine, toplanan parayla efsanevi Attika kahramanı Academos’un, Atina’nın kuzeybatısında, bugünkü Kolonos semtinde bulunan mabedinin yakınlarında bir arazi satın alınır. Platon, aktif olarak siyasette yer alamayacaksa hiç olmazsa bir eğitimci olarak ona katkıda bulunabileceğini düşünür. İçinde geleceğin filozof-krallarını yetiştirebileceği bir felsefe ve bilim okulu açmayı uygun bulur. Burada MÖ 387 yılında, Platon’un öncülüğünde batı dünyasının en uzun ömürlü eğitim kurumlarından biri olan Akademi kurulur.7
O dönemlerde felsefe okullarına kurulduğu yere göre ad verme geleneği bulunmaktadır. Bu nedenle Platon’un öğretisini aktardığı yere Akademi adı verilir. Benzer şekilde Stoa Felsefesi, Yunanca sütunlu galeri (portique) anlamına gelen stoa sözcüğünden gelir çünkü Stoa felsefesinin kurucusu Zenon derslerini Poekile diye anılan sütunlu girişte vermektedir. Portik felsefe deyimi, Stoa felsefesini belirtmede eşanlamlı olarak kullanılır. Resimlerle kaplı anlamına gelen poekile adı da , Otuzlar Tiranlığı’nda bindörtyüzden fazla yurttaşın katledildiği bu yerin arındırılması amacıyla tablolarla süslenmiş olmasından gelir.8
Bu Akademi, varlığını kesin olarak bildiğimiz ilk felsefe okulu, kadınlar da dahil olmak üzere herkese açık olan ilk yüksek öğrenim kurumu, ilk üniversitedir. Okulun derslikleri, içinde kitapların ve her türlü bilimsel koleksiyonların bulunduğu bir kütüphanesi, bir müfredat programı, dersleri veren düzenli bir öğretim üyeleri kadrosu vardır. Okula Yunanistan’ın her yöresinden ve komşu ülkelerden birçok öğrenci kaydolur. Bizzat Platon ve dönemin en yetkin bilim adamları tarafından felsefe, siyaset bilimi, matematik, astronomi, biyoloji, fizik, coğrafya ve sanat dersleri verilir.
Akademi, kurucusunun ölümünden sonra da dokuz yüzyıl boyunca, yani MS 529 yılında Bizans imparatoru Jüstinyen tarafından kapatılıp, içinde bulunan hocalar Atina’dan kovuluncaya kadar Yunan dünyasının (ve daha sonra Roma dünyasının) en önemli entellektüel merkezi olarak varlığını sürdürdü.
Sokrates Öncesi ve Sonrası
Sokrates Öncesi ve Sonrası9
Platon ve Akademi’de öğrencisi olan Aristoteles ilkçağ, ortaçağ ya da modern bütün filozofların en etkili olanlarıydı; sonraki çağları daha fazla etkileyen ise Platon’du. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi Aristoteles’in kendisi Platon’un bir ürünüdür; ikincisi Hıristiyan teoloji ve felsefesi, en azından on üçüncü yüzyıla kadar Aristotelesçi olmaktan çok Platoncuydu. Hep Platon’u anlamak değil, övmek doğru olmuştur. Bu büyük insanların ortak kaderidir. 10
Oysa Sokrates ve ondan çok etkilenmiş olan Platon, kendilerinden önce gelen İyonya bilimine yönelik tutumları ile geleceğe çok yanlış ve kötü miraslar bırakmışlardır. İyonya geçmişte, Anadolu’nun batısında; kuzeyde Aeolya, doğuda Lidya ve güneyde Karya ile çevrili; kuzeyde Gediz (Hermus) Irmağı Deltası’ndan güneyde Büyük Menderes Irmağı Deltası’na uzanan ve özellikle Sakız (Chios) ve Sisam (Samos) adalarını da içine alan, günümüzde İzmir ve Aydın illeri içinde kalan bölgeye denir. Erken doğa bilimi yani “İyonya” bilimi Anadolu’nun kıyısındaki Milet’te, Thales ve halefleri tarafından başlatılmıştı. Thales MÖ 6. yüzyılın başında yaşadı. İyonya biliminin gelişimi, iki yüzyıl sonra Sokrates ve Platon’un çağdaşı Demokritos’un atomculuğu ile doruğa ulaştı.
Aristotales’in zamanından günümüze kadar bütün Yunan felsefesi tarihçeleri, Miletli Thales ile başlar. Onunla birlikte Batı bilimi denilen yeni bir şeyin ortaya çıktığı kabul edilir ve bilim çoğunlukla , pratik bir kullanım için değil, kendi hatırı için bilgi arayışı olarak tanımlanır. Thales Doğu’ya seyahat ederek Mısırlıların, arazi ölçümünün bazı kaba kurallarını bildiğini gördü. Nil’in su baskınları her yıl sınır işaretlerini siliyordu ve köylülerin tarlalarını yeniden işaretlemesi gerekiyordu.Mısırlıların dikdörtgen şeklindeki alanları hesaplama metodu vardı ve böylece pratik sorunlarını çözüyorlardı. Meraklı Yunanlı ise tarlaların işaretlenmesiyle ilgilenmiyordu. Thales, bu metodun belli amaçtan bağımsız olarak, herhangi bir şeklin alanını hesaplama metodu olarak genelleştirilebileceğini gördü. Böylece, arazi ölçme kuralları geometri bilimine dönüştürüldü. Bu, sorunun, yani yapılması gereken bir işin, teoreme, yani düşünülmesi ve tasarlanması gereken bir şeye dönüşmesine yol açmıştı. Akıl, ikizkenar bir üçgenin tabanındaki açıların her zaman eşit olduğunu ve neden eşit olmak zorunda olduğunu bilmekte yeni bir mutluluk kaynağı buldu. Kadastrocular harita yaparken hala bu doğruyu kullanıyor; filozoflar ise bundan sadece doğru olduğu için memnuniyet duyuyor.
Dolayısıyla, bilimin yükselişi aklın menfaatten uzaklaşması anlamına geldi. Akıl, böylece acil eylem bekleyen sorunlarla ilgilenmeye meraklı zihinlere yabancı olan bir düşünce denizinde gezinmekte kendini özgür hissetti; yaşamın gereklilikleri için kullanışlı olmasa da evrensel doğrular aradı ve buldu. Eğer biraz uzaklaşıp, insanın gelişim tarihinin tamamını inceleyebilseydik Thales’ten günümüze kadarki 25 yüzyıllık bilim bize çok farklı bir boyut ve perspektifte görünür; bilim ancak, evrenin kendi değişmez davranışları olan doğal bir bütün olduğunun, insan aklı tarafından bilinebildiğinin, fakat insan eylemleriyle kontrol edilemediğinin anlaşılmasıyla başlar.
Thales’in öğrencisi Anaksimandros yaptığı coğrafya haritasının Milet limanının bir direğine asarak denizci ve tacirlerden bunu eleştirmelerini istemiştir. Eleştirilmek arzusu aslında gerçeğe ulaşma arzusunun bir ifadesidir. Eleştiri yapma ve eleştiri ışığında varsayımları düzeltme alışkanlığı MÖ 6. yüzyıldan itibaren İyonya ekolü diyebileceğimiz Batı Anadolu’daki Yunanca konuşan doğa bilimciler arasında hızla yayılmıştır.11
Ne olmuştur da MÖ 6. yüzyılda birdenbire hızlanan ve MÖ 4. yüzyıla kadar hızla gelen bu bilimsel gelişmenin daha sonra adeta frenine basılmıştır? Bu sorunun cevabı için 5. yüzyıl Atina’sı politik tarihine bakmak gerekiyor. MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında Atina’da yeni bir meslek türemiştir. Gelişen demokrasi, halkı ikna etmeyi gerektirir olmuş, söze en iyi hakim olan, en çok oyu toplayan politikacı olmaya başlamıştır. Seçilmek isteyenler, eğer doğuştan yetenekli birer hatip değillerse, bunu hitabet sanatını bilenlerden öğrenme yolunu tercih eder olmuşlardır. Hatta yetenekli konuşmacılar bile, rakiplerini altedebilmek için geniş bir kültür yelpazesine ihtiyaç olduğunu görerek çeşitli konularda gezici öğretmenlerden ders almaya başlamışlardı. Bu öğretmenlere sofist yani “akılcı” deniyordu. Bunlar genellikle bilgisi derin kişiler değillerdi ve ekserisi bu işi kazanç elde etmek için yapıyordu. Bu sofistler arasında halk tarafından sofistlerden tamamen ayrı bir sınıfta düşünülen bir adam vardı: Sokrates.
Sokrates’in ilgisini çeken şeyler İyonya doğa bilimciler ekolünü ilgilendiren sorular değildi. Sokrates evrenin hangi ana maddeden türediği veya insanın hangi doğal süreçler sonucu ortaya çıktığı ya da depremin hangi mekanizmalarla olduğu gibi soruları sormuyordu kendine. O bu soruları ilginç dahi bulmuyordu. Sokratesi’i ilgilendiren “niçin” sorusuydu. Dünya niçin yaratılmıştı? İnsanlar niçin ortaya çıkmışlardı? Deprem niçin oluyordu? Sokrates için tüm dünya ahlaki sorunlar yumağıydı. Kendisinin ahlaki gördüğü bazı davranış şekilleriyle, ahlaksızlık olarak nitelediklerini etrafında toplanan Atinalı gençlere anlatıyordu.
Eğer Platon çapında bir dahi Sokrates’ten etkilenmeseydi, Sokrates’in fikirlerinin serbest eleştirel düşünceye vurdukları darbe çok daha az olabilir, o da diğer sofistler arasındaki yerini alırdı. Ancak Platon’un dehası (ki en büyük tenkitçisi Karl Popper bile Platon’u gelmiş geçmiş en büyük filozof addeder) Sokrates’in fikirlerini daha da sivriltmiş, güçlü bir edebi kılıfa bürüyerek onlara ölümsüzlük sağlamıştır. Platon’un öğrencisi Aristoteles’in bıraktığı kötü miras: Bilgi edinmenin amacının kesin ve tartışılmaz bilgi edinmek olması Platon’un ve dolayısıyla Sokrates’in etkisiydi. Bu etki İyonyalıların tüm bilginin geçerliliğinin geçici olduğu, her türlü bilginin her an bir yeni gözlem, bir yeni mantıksal kurgu ile tepetaklak olabileceği fikirlerden çok daha etkin olarak yayıldı.11 (11 numaralı kaynak. Çok Kısa Bir Bilim Tarihi. s.17-60)
Akademi’nin Tarihsel Yolculuğu
Akademi’nin Tarihsel Yolculuğu
Platon Akademisi Roma İmparatorluğu döneminde uzunca bir süre kapalı tutulduktan sonra Platon’un düşünsel mirasını yaşatmak amacıyla yeniden kuruldu. (Platon Akademisi’nin varlığını MÖ 387’den MS 529’a dek sürdüğü belirtiliyor; fakat faaliyetlerini MS 85 yılından MS 2. yüzyıla dek durdurduğu anlaşılıyor.2) Bu yeni kurum ise MS 529 yılında Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından kapatılacaktır. Özgür düşünce ve tartışma ortamının bastırılmasına yönelik bu kararla, ortaçağ sayfası açılmış oluyordu. Kapatılan Platon Akademisi’nin son üyeleri Sasani İmparatoru I. Hüsrev’in koruması altına girdiler ve Atina’dan ayrılırken pek çok edebi ve felsefi eseri yanlarında götürdüler.12 MS 532 yılında Bizans İmparatorluğu ile Sasani İmparatorluğu arasında imzalanan anlaşmayla etkinlikleri güvence alınarak geri dönen bu düşünürlerin bazıları Harran’a yerleşti. Kurdukları Yeni Platoncu okul varlığını 10. yüzyıla dek sürdürdü ve Eski Yunan bilim ve felsefesinin İslam düşün dünyasına aktarımını sağlayan başlıca kaynaklardan biri oldu. 8. yüzyıldan itibaren şahlanan Müslümanlık 9. yüzyılda bilhassa Halife Al-Ma’mun’un Beyt-ül Hikma adı verilen Bağdat Akademisi’ni kurmasıyla birdenbire uygarlığın yeni taşıyıcı rolünü üstlendi. Müslüman ülkelerin uygarlığının gelişmesindeki rolü yakın zaman kadar yalnızca Yunan eserlerini Arapçaya çevirerek bunların saklanmasını temin etmekten ibaret olarak gösterildi. Bu çok yanlış bir değerlendirmedir. Coğrafyada başarıları yanı sıra jeoloji hariç tüm doğa bilimi dallarında öğretmenleri olan Yunanlıları fersah fersah geçtiler.11
15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da çeşitli akademiler açılmış, bunlardan bazıları Rönesansın gelişmesinde büyük rol oynamıştır. 17. yüzyılda Avrupa’nın belli başlı bilim akademileri kuruldu. Pek çoğu zaman içerisinde kapandı ya da isim değiştirdi, savaşlardan ve siyasal olaylardan etkilenerek faaliyetlerine ara vermek zorunda kaldı. Bunlardan İtalya’da olan Accademia Nazionale dei Lincei günümüze dek ayakta kaldı. Londra’da kurulan Royal Society her konuda gösterdiği devamlılık ve özgünlük açısından öne çıkmaktadır. Fransa’da ise 1666’da kurulan Académie des Sciences bir çok aşamadan sonra ve farklı akademilerin birleşmesiyle oluştu. 1652 yılında Schweinfurt kentinde Academia Naturae Curiosorum adıyla kurulmuş olan, 2008 yılından beri Alman biliminin resmi temsilcisi konumunda bulunan Leopoldina Akademisi‘nin de köklü bir geçmişi vardır. Akademi kavramı sadece doğa bilimlerinde değil sanatta da yer bulmuştur. Günümüzde bunun en popüler örneği her yıl verdiği Oscar ödülleri ile tüm dünyanın yakından izlediği Academy of Motion Picture Arts and Science‘dır.
Bilim akademileri, Platon Akademisi’nde olduğu gibi bilimsel konuların uzmanları tarafından ele alındığı platformlar olma özelliğini günümüze dek korudu. Ancak Bilim Devrimi ve Aydınlanma Çağı süreçlerinden sonra araştırmaların yapıldığı kuruluş olarak gelişen üniversite öne çıktı. Bu olgu, 19. yüzyılda Alexander von Humboldt tarafından getirilen ve üniversiteyi araştırmaların ve yükseköğretimin yapıldığı yer olarak betimleyen tanımla da tescil edilmiştir.1