“En sağlam zehir, zamandır.”
—Ralph Waldo Emerson (1803–1882)
Zehirlenmelerin Tarihi de, diğer tüm bilimlerin tarihi gibi, akımları, kurucuları, geliştiricileri olan; mihenk taşı olmuş olaylar içeren bir süreci temsil eder. Toksikoloji, binyıllar içerisinde bilim haline gelmiştir. Modern toksikoloji son 3–4 yüzyıl içerisinde kendine yakışır bir yer bulmuş olsa da zehir ve zehirlenmeler söz konusu olduğunda 6500 yıllık bir dev karşımıza çıkar. Bu devin içine daldıkça toksikoloji tarihi ile tarihin toksikolojisi birbirine karışır. Geçmişe yön vermiş binlerce olayda büyücüler, zehirciler, iksirciler hatta hekimler eliyle insanın insana yapabileceği en büyük kötülüğün ve buna karşı sürdürülen savaşın binlerce yıllık öyküsü karşımıza çıkar. Toksikoloji bir bilimdir. Ancak özünde entrikalar, cinayetler, ihanetler, ihtiraslar barındırır. Bu bilimin bilgisine nail olan, özümseyen ve insanlık yararına kullanmaya ant içmiş her bir birey, doymak bilmez ihtirasların pençesine düştüğü anlık bir gaflet ile onulmaz bir katile dönüşebilir. İnsanlık tarihine yön veren ve en çok gelişen bilimler tarih boyunca iyi ya da kötü insana faydası olan bilimler olagelmiştir. Savaşlar teknolojiyi geliştirmiştir, para hırsı ekonomiyi yaratmıştır. Zehirler de tıp bilimlerinin, toksikolojinin ve teknolojinin gelişmesini sağlamıştır.
Bu yazıyı yaklaşık 10 yıl önce Acilde Klinik Toksikoloji kitabının ilk bölümü olarak kaleme almıştım. Üzerinden 10 yıl geçtikten sonra bile bu metnin aslında özünde pek bir değişiklik olmadı. Ama yine de ünlü cinayetler kısmında birkaç noktayı düzeltmek 1-2 tanesini eklemek gerekti. Eğer zehirler ve entrikaların tarihine her bir zehrin etki mekanizmasından daha fazla ilgi duyanlardansanız, Game of Thrones’u seviyor, House of Cards’a bayılıyorsanız, çayınızı kahvenizi alın ve buyrun okumaya…
Toksikoloji, Zehirbilim Nedir?
Toksikoloji, geleneksel olarak zehirbilim adıyla tanımlanır. Farklı ajanların hem insana hem de diğer organizmalara nasıl zarar verdiği hakkındaki bilgimiz derinleştikçe daha açıklayıcı bir tanımlama gelişmiştir. Günümüzde toksikoloji kimyasallar veya fiziksel ajanların yaşayan organizmalar üzerindeki advers etkilerini araştıran bilim”olarak tanımlanır. Bu advers etkiler birçok şekilde meydana gelebilir. Ortaya çıkışı, ani bir ölüm ile aylar hatta yıllar sonra gözlenebilen silik belirtiler arasında geniş bir zaman dilimine ve çeşitliliğe sahiptir. Vücutta çok farklı düzeylerde etkileşim gösterebilirler. Bir organ, tek bir hücre tipi ya da özel bir biyokimyasalı etkileyebilirler. Toksik ajanların vücuda nasıl hasar verdikleri hakkındaki bilgilerimiz tıbbi gelişimle paralel şekilde gelişmiştir. Gözlenebilen bazı anatomik veya fonksiyonel değişikliklerin aslında vücudumuzda var olan ancak daha önceden farkında olmadığımız bazı özel biyokimyasalların değişimiyle gerçekleştiğini artık biliyoruz.
Toksikoloji ve İlgili Kelimelerin Kökeni
Toksikoloji kelimesi ise Yunanca ok atılmasında kullanılan yayı işaret eden toxon kelimesinden köken alır. Toxeuma kelimesi okçu, toxicos kelimesi yaylar ve oklar, toxikon ise eski zamanlarda okun ucuna sürülerek daha öldürücü hale getirmeye yarayan zehir manasına gelir. Kaufman venenum (venom) kelimesinin Venüs’ten köken aldığını ve aslında aşk iksiri manasına geldiğini öne sürer. Günlük kullanımda sonradan üç farklı anlamı gelişmiştir: ilaç, zehir ve iksir ya da düşük ilacı. Bu anlamları öylesine birbirine karışmıştır ki avukatlar “venenum kelimesini kullanan her kişi faydalı mı yoksa zararlı anlamda mı kullandığını belirtmelidir” önermesini ortaya atmak zorunda kalmışlardır. Yunancadaki pharmakon kelimesi de benzer şekilde faydalı ya da zararlı arasında ayrım gözetmeden genel olarak ilaç ya da iksire karşılık gelir. Veneficium zehirleme ya da büyücülük manasına gelirdi. Veneficus veya venefica ise zehirci ya da zehir hazırlayıcılarını tanımlamaktaydı. Scelus kelimesi Tacitus gibi tarihçiler tarafından zehir ile işlenen cinayetler için kullanılmıştır. Zehirler intiharlar için de kullanılmıştır. Kraliyet acil durumlar için mutlaka bir miktar saklaya gelmiştir.
Zehirlerin Tarihi
İlk Çağ ve Karanlık Çağ, Orta Çağ ve Mitolojide Zehir
“Malitia ipsa maximam partem veneni sui bibit”
“Kötülük zehrinin en büyük payı yine insanın kendine kalır.”
—Latin Atasözü
Mezopotamya
Toksikolojinin tarihi insanlık tarihiyle eştir. Arkeolojik bulgular mağara adamlarının zehirli hayvan ve bitkilerin farkında olduklarını, savaşta ve avlanırken bunlardan elde ettikleri özütleri kullandıklarını göstermektedir. Zehir kullanımı, tarihte ilk ruhani ve mitolojik inançların yazıya geçirildiği zamanlardan itibaren başlar. İlk insanların yaşadığı bölgelerde yapılan arkeolojik çalışmalarla elde edilen buluntular arasında kürar gibi zehirleri saklamak ve biriktirmek için tasarlanmış oluklar içeren av silahları ve aletler tespit edilmiştir. Bazı yazarlar bu tip ilginç görünüşlü ve tehlikeli araçların kabilelerin daha yüksek sınıfından olan daha güçlü bireylerin taşıdıkları bir üstünlük sembolü olduğunu belirtirler. Farklı silahlara ve aletlere sahip bu bireyler zamanın tıp adamları veya büyücü doktorları olabilirler.
Çözümlenen en eski yazıtlar Mezopotamyalı Sümerlere aittir. Bu yazıtlarda, Babil tanrıçası Gula’ya atfedilen zehirle ilişkili mısralara yer verilir. M.Ö. 4500 yılı kadar eskiye dayanan bu tanrıça inancının ifade edildiği ilk tabletler M.Ö. 1400’lü yıllardan kalmadır. Bu tabletlerde net bir şekilde Gula’nın zehirleyici güçlerine atıfta bulunulur.
Gula. Nintinugga olarak da bilinir. Babilli iyileştirme tanrıçası ve Ninurta’nın eşi. Her ne kadar Bau adlı başka bir tanrıça ile hemen hemen eş atıflar yapılsa da aslında her ikisinin de ayrı birer tanrıça olduğu sanılmaktadır. Hükümdarların emirlerini çiğneyenleri zehirli bitkilerle lanetlediği rivayet edilir.
Erken Mezopotamya çiviyazılarında da zehir kullanımından bahsedilir. Bu konu ayrıca eski Hint ve Çin yazıtlarında da geçer. Eski yunan mitlerinde Medea ve Herkülün eşi Deianira gibi zehircilerden bahsedilir, Atina mahkemelerinde M.Ö. 5.yy.’da zehir ile idamın kabul edildiği anlatılır. Hipokrat yemininde büyük ustanın öğrencileri zehir kullanmamak üzere yemin etmektedirler. Pers mahkemeleri de zehir sanatında oldukça yetkindir. M.Ö. 1.yy’da Pontus Kralı VI. Mithriades, M.S. 2.yy’da da Bergama’nın son kralı III. Attalus mahkûmlar üzerinde zehirlerle deneyler yapmışlardır.
Mısır
Diğer uygarlıkların aksine Mısır kavmine ait yazıtlardaki kaynaklar ancak M.Ö. 300 yılına kadar geriye taranabilmektedir. Daha eskiden de Mısırlıların zehirlerle ilgili bilgilere vakıf olduğuna dair kanıtlara eski Mısırlı Simyager Agathodiamon’un yazılarından elde edilebilmektedir. Agathodiamon, tabiî sodyum karbonat ile karıştırıldığında suda kaybolan ve şeffaf bir çözelti haline gelen, ne olduğu tespit edilememiş olsa da tanımlamalardan arsenik olduğu anlaşılan zehirli bir mineralden, ateşli zehirden bahseder. Bu zehir, daha sonradan kullanılagelmiş olan zehirlerin atası olarak kabul edilir. Agathodiamon simyanın dünya üzerinden silinmeye başladığı bir çağda yaşamıştır. Her ne kadar onun elinden çıkan ve günümüze kadar ulaşan hiçbir yazın olmasa da aynı zamanda yaşamış başka simyacıların simya uygulamaları kendilerine Nasturiler denilen zamane kilisesine karşıt görüşlü bir Hıristiyan mezhebi tarafından saklanmıştır. Bu mezhebin havarileri 400’lü yıllarda İran’a kaçmayı başarmış, ellerindeki bu bilgileri de Araplara taşımışlardır. Böylece zaman ilerledikçe simya Arapların elinde gelişmiş ve bu alanda son derece ilerlemeleri mümkün olmuştur. Modern İngilizcede simya anlamına gelen alchemy (Arap. alkīmiyā’; alşimi) kelimesi bile Arapça kökenli olup Batı uygarlıklarında simya namına örgütlenen çoğu birliğin de öncüleri Araplardır.
Simya (alşimi) ile uğraşan kişi. Alşimi, hem doğanın ilkel yollarla araştırılmasına hem de erken dönem bir ruhani felsefe disiplinine işaret eden bir terimdir. Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma olarak da tanımlanır.
Agathodaimon. Geç Roma döneminde Mısırda yaşadığı rivayet edilen, kendisine ait bir yazını olmamakla beraber kendinden sonraki yazınlarda atıfta bulunulduğundan dolayı var olduğuna inanılan bir simyager. Birçok element ve minerali belirtmenin yanı sıra özellikle gümüş üretiminde kullanılan bir yöntemi tanımlamasıyla bilinir. Ayrıca kendi yaptığı ve ateşli zehir adını verdiği muhtemelen arsenik trioksit olan yüksek derecede toksik amfoterik oksitiyle de tanınır. Agathodaimon’un buluşları sonraki dönemlerdeki zehir kullanımlarının temelini oluşturur. Tanımladığı arsenik yüzyıllar boyunca zehirleme ve cinayetlerin en önemli aracı olarak kullanılagelmiştir.
Nasturiler. Zamanın Katolik Kilisesinin görüşlerine karşıt inanç görgülerine sahip Nestorius’un savunuculuğunu yaptığı Diofizit kavramına inanan Hıristiyan topluluğu. Nasturiler kendilerine Nasturi yerine Asuri, Doğu Kilisesi veya Doğu Süryanileri adını vermeyi tercih ederler. Tarihi merkezleri Kuzey Irak’ın Musul ve İran’ın Urmiye kentlerinde bulunan mezhebin günümüzde en büyük cemaati Güney Hindistan’daki Kerala eyaletindedir. Türkiye’de 1915–24 yıllarına dek Nusaybin, Siirt ve Hakkâri yöresinde önemli bir Nasturi topluluğu yaşamaktaydı. Halen Asurî (Nasturi) ve Keldani kiliseleri bu görüşü sürdürmektedir.
Uzun süre ilk Mısır firavunu olduğu sanılan Menes , kayıtlarda zehirli bitkilerin özelliklerini araştıran ilk kişi olarak öne çıkar. Her ne kadar bu dönemde mabet öğretilerini yazıya dökmek ölüm cezası ile yasaklanmış bir suç olsa da birtakım papirüs yazılarından Mısırlıların antimon, bakır, ham arsenik, kurşun, opiyum ve adamotuna aşina olduklarını anlıyoruz. Ayrıca bazı yazılarda Mısırlıların damıtma işinde ehil olduklarını ve muhtemelen şeftali çekirdeğinden kuvvetli bir zehir özü elde etmeyi keşfettiklerini görüyoruz. Louvre müzesinde yer alan bir papirüsün Deteuil tarafından yapılan çevirisi öldürücü amaçlarla hazırlanmış bir maddeye dair ilk ipuçlarını vermektedir. Bu madde bugün asit prusik olarak bilinir. Şeftali çekirdekleri siyanojenik glikozitler içerir, bu madde de su varlığında toksik maddeler salar.
Menes. M.Ö. 3100 – 3000 yılları arasında Mısırda hüküm sürdü. Bazı arkeologlara göre Aşağı ve Yukarı Mısır’ı birleştiren Erken Hanedanlık döneminin ilk firavunu, bazılarına göre ise ismi Narmer yazıtlarında dahi geçmeyen hiç olmamış biri. Narmer tabletlerinin bulunmasından sonra artık çoğu araştırmacı Narmer’in ilk firavun olduğuna inanmaktadır.
Antimon. Rastık taşı, demirbozan adları ile de bilinen sülfür bazlı periyodik tabloda 5-A grubunda yer alan bir element. Balgam söktürücü olarak da kullanılır. Organik tuzları leşmaniyoz ve bihaziyoz tedavisinde etkilidir.
Adamotu. Kankurtaran, abdüsselamotu, hacılarotu, köpekelması, muhabbetotu adları ile de bilinen narkotik etkili Mandragora officinarum bitkisi.
Mısırlıların zehirlere olan ilgisi, son firavun Kleopatra’nın kendini bir engerek yılanına sokturarak intihar etmesine kadar da devam eder. Kleopatra’ların en, belki de tek tanınmışı olan VII. Kleopatra’nın ölümü, olay zamanında hayatta olan Strabon tarafından iki şekilde hikaye edilmekte olup ya zehirli yılan tarafından sokulduğu ya da zehirli bir merhem sürdüğü ifade edilir. Rivayete göre Kleopatra ölmeden önce yardımcılarını birtakım zehirleri denemeleri amacıyla kobay olarak kullanmıştır. Bu zehirler arasında ise belladonna atropina, banotu ve striknin ağacı tohumları yer alır. Ölümünden sonraki ilk 10 yıl içerisinde bu konu hakkında yazan tüm Romalı yazarlar, 60 yıl sonra Velleius ve 150 yıl sonra ünlü tarihçi Florus ise iki yılan tarafından sokulduğu şeklinde not düşmüşlerdir.
Strabon (Yunanca: Στράβων) (M.Ö. 64 – M.S. 24). Antik Yunan’da bir tarihçi, coğrafyacı ve filozof. Yaşadığı dönemde bilinen yerlere yapılan göçlere ve hangi milletlerin yerleşmeler yaptığı üzerine gerçekleştirdiği çalışmalar ile ün kazanmıştır. Antik Dünya hakkındaki coğrafya kitabı ile tanınmıştır.
Atropina. Güzelavratotu.
Banotu. Köpeküzümü ailesinden bir bitki. Hyoscyamus niger. Bitkinin tam hali aşırı bulantı yapan bir kokuya sahiptir. Ticari banotu H. niger ve bazen de H. muticus’un kurutulmuş yapraklarından oluşur. Üç farklı madde içermektedir: atropin, hiyosiyamin ve skopolamin. İzole edilip saflaştırılarak bu ilaçlardan spazmodik musküler kasılmalarda, histeride ve başka maddelerle karıştırılarak anestezide yararlanılmıştır. Öncelikle Avrupa anakıtasında ve Asya’da kullanılmış olup Pliny eski yunanlılarda da kullanıldığından bahsetmektedir. Yunanlılarca Herba Apollinaris olarak bilinen bu bitki Apollo tapınağı keşişlerinin kehanetlerde bulunmak için kullandıkları ottur. 1516’da Bavyera Saflaştırma Kanunu çıkana kadar Alman Birasının içinde aroma olarak kullanılmıştır. Hiyosiyamin ilk Arap hastanelerinin anestetik maddesidir. Ünlü İngiliz homeopati doktoru Hawley Harvey Crippen 1910’da eşini banotu kullanarak öldürür. Ayrıca Çek şehri Plzeň ve pilsener birasının etimolojisinde de banotu vardır. İnsanda kullanımı sanrılara, pupiller dilatasyona, huzursuzluğa ve ciltte kızarıklığa neden olur.
Striknin ağacı. Kargabüken (Strychnos nux-vomica), Loganiaceae familyasında sınıflanan ve ana vatanı güneydoğu Asya olan her dem yeşil bir ağaç ve bu ağacın çok zehirli bir alkaloit olan striknin eldesinde kullanılan tohumlarının ortak adıdır.
Florus. Trajan ve Hadrian zamanlarında yaşamış ünlü Romalı tarihçi.
Eski Yunanistan
Her ne kadar özel bir zehrin kullanıldığına dair herhangi bir yazıt yoksa da yunan mitolojisinde de zehirlere dair atıflara rastlanır. Kolkhid kralı Aeites’in kızı, Sihirbaz Kirke’nin yeğeni Medea Atina kralı Ege ile evlenir. Ege’nin oğlu Theseus rivayete göre hakkını aramak için Atina’ya döndüğü zaman Medea çok içerler ve zehirli bir kupa ile Thesus’u zehirlemeye çalışır.
Eski Yunanlıların arseniği kırmızı zırnık ve sarı zırnık olarak tanıdıklarını biliyoruz. Ayrıca kurşun, cıva, altın, gümüş gibi metalleri ve bunların özelliklerini de bilmekteydiler. Bitkisel zehirler arasından ise özellikle baldıranı işlemeye haizdiler. Bu bitki intihar amacıyla kaynatılarak içilirdi. Bazı koşullar altında intihar gururlu bir davranış olarak görülür ve “zehirli kupa”nın kullanılmasına izin verilirdi. Baldıran, merkezi ceza sisteminde de kullanılan bir araçtı. “Devlet Zehri”, cicuta olarak da bilinen bir baldıran çeşidi içerirdi. Ne yazık ki uygulanan doz genellikle yetersiz kalır ve ikinci bir doz alınması gerekirdi. Bazı cellatların ilk doz alındıktan sonra öldürmemesi durumunda ikinci doz için para koparmaya çalıştıkları ve bu sırada mahkumun korkunç acılarla can çekiştiği de o döneme ait yazıtlarda anlatılmaktadır.
Kırmızı Zırnık = Realgar, eskiden havai fişeklerde ve başka yerlerde renk maddesi olarak kullanılan, arsenik monosülfit içeren yumuşak kırmızımtırak bir mineral. Arapça rahj-al ghar (maden tozu) kelimesinden köken alır.
Sarı zırnık. Orpiment, nadir bulunan ve doğal arsenik trisülfit içeren sarı-turuncu renkli bir mineral. Fransızca “aurum” ve “pigmentum” kelimelerinin bileşimi olan auripigmentumdan köken alır.
Baldıran, Sokrat’ı da öldürdüğüne inanılan maydanozgillerden, özellikle de conium maculatumdan, elde edilen birtakım bitkisel zehirleri tanımlar. Cicuta, conium ve oenanthe cinslerine ait tüm türler Türkçede baldıran olarak isimlendirilir. Conium maculatum en bilineni, oenanthe crocata ise en zehirlisidir. Bitki olarak Baldırgan ya da ağı otu, zehir olarak ise şeytantersi ya da yine baldırgan ismi kullanılır. Taze olduğunda hayvancılık için özellikle tehlikelidir. Oldukça kuvvetli ve ağrılı nöbetlere neden olur. Doymamış bir alifatik alkol olan cicutoksin içerir. Zehir özellikle köklerde birikir. Alımdan sonraki 30-60 dakika içerisinde bulantı ve kusma, ardından ağır kramplar, projektil kusma ve nöbet görülür. Retrograd amnezi gibi uzun süreli etkileri de mevcuttur.
Baldıran ile yapılan tarihteki ünlü idamlardan biri Eflatun’un anlattığı üzere Sokrat’ın idamıdır (Şekil II). Sokrat, Atina hegemonyasından Sparta ve ittifaklarına Peloponez (Mora) savaşındaki yenilgiye kadar süren düşüş döneminde yaşamıştır. Atina, utanç verici yenilgisinin yaralarına sarmaya çalışırken, toplumda da demokrasi hakkında ve ona karşı gülünç hikâyeler anlatılmaya başlanmıştır. Sokrat’ın dönem demokrasisinin sert bir eleştirmeni olması ve Sokrat metodu çalışmalarının bazı meslektaşlarınca bir politik iç çatışma şeklinde yorumlanması aranan günah keçisi olarak Sokrat’ın seçilmesine neden olmuştur. Sokrat, Atina gençlerini kendi filozofik öğretileri ile “zehirlemekten” suçlu bulunur ve M.Ö. 402’de Devlet Zehrini içmeye mahkûm edilir (Şekil II). Eflatun, eseri Phaedo’da Sokrat’ın ölümünü ayrıntılarıyla betimler. Sonradan, Romalı filozof Seneca’da Nero tarafından intihar etmeye mahkûm edildiğinde Sokrat’ın ölüm şeklinin bir benzerini baldıranotuyla denemeye çalışacaktır.
Sokrat. Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470–400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmıştır. “Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir.” sözü meşhurdur.
Tarihte Devlet Zehrinin kullanılması ile ilgili kayıtlara çok daha sonraki zamanlarda da rastlanır. Dioskorides (Şekil III) Materia Medica (Şekil IV) adlı yapıtında zehirlerin sınıflamasını gerçekleştirmiş ve bunları hayvan, bitki ya da mineral kökenli olmalarına göre sınıflamıştır. İzleyen 15 yy boyunca bu eser bu konudaki tek güvenilir kaynak olarak okutulmuştur.
Roma İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu’ndaki ilk zehirleme vakası M.Ö. 331 yılında gerçekleşir. Oldukça çok sayıda kadın muhtemelen bir kitlesel imha zehri kullanılarak öldürülür. Her ne kadar gerçek insidansını bilemesek de zehirleme vakalarının toplumun tüm katmanlarında 1. ve 2. yy’da azami miktara ulaşacak şekilde giderek arttığını biliyoruz. M.Ö. 80’de diktatör Sulla zehirlemeyi çok ciddi kanunlar çıkararak yasaklamıştır . M.S. 1.yy’ın sonunda Romalı hiciv üstadı Juvenal ve başkaları zehrin, annelerin üvey çocuklarından ve eşlerinden, çocukların da zengin ebeveynlerinden kurtulmasında kullanılan ve genel kabul gören bir statü sembolü haline geldiğini belirterek buna karşı duran bir akım başlatmışlardır.
Sulla kanunları. Sulla zamanından önce de bir Quaestio de veneficiis olsa da Sulla tarafından çıkarılan aralarında Quaestio de sicariis et veneficiis’in de olduğu iudicia publica oldukça düzgün ve keskin sınırlarla çıkarılmış bir kanun olup karşıt durulması mümkün olmamıştır.
Decimus Junius Juvenalis. (55-130). Romalı hiciv üstadı. Zengin bir aileden gelir. Ordu mensubu olduktan sonra terfi alamamanın sıkıntısı içerisinde hayat küser. Esas olarak Domitian ve ondan daha insancıl olan Nerva, Trajan ve Hadrian gibi halefleri zamanında Roma toplumunda görülen bozulma, gaddarlık ve deliliği alaya alan 16 Hicvi ile tanınır. Birçok deyiş ve veciz sözü halen Batı dillerinin gündelik yaşamında kullanılmaktadır .
Yemek masasında zehirleme eski Roma’da azımsanmayacak kadar sık görülen bir cinayet şeklidir. Nero(Şekil V) , şahsi zehircisi Locusta’nın yardımıyla ağabeyi Britanicus’u siyanür ile zehirlemesi ve istemediği aile bireylerini öldürtmesiyle tanınmıştır. Locusta, M.S. 54’de hükümdar Claudius’u öldürmesi için Claudius’un eşi Nero’nun annesi Küçük Agrippina tarafından kiralanır. Locusta bu cinayet denemesinde güzelavratotu adıyla bilinen bellâdonna atropina kullanır. M.S. 55’de başka bir cinayet sebebiyle sürgüne gönderilen Locusta Nero tarafından geri çağırılır ve Britanicus’u öldürmesi emredilir. İkinci denemesinde başarılı olan Locusta Nero tarafından affedilir. Nero intihar ettikten sekiz ay sonra Ocak 69’da Galba tarafından ölüme mahkûm edilir. Laneti sayesinde aynı ay içinde Galba’nın da ölümüne neden olduğu söylenir.
Nero Claudius Caesar Augustus (veya Drusus) Germanicus. Roma İmparatoru (54-68). . Dönemin hükümdarı Claudius’un, annesi Küçük Agrippina ile evlenmesiyle Claudius tarafından evlat edinilir. Claudius öldükten sonra tahtı devralır. 64’de Roma’nın çoğunu harabeye çeviren ünlü yangının çıkarılması emrini o vermiştir. Galba’nın ayaklanmasından sonra Senato Galba’yı İmparator, Nero’yu da halk düşmanı ilan eder. Suetonius’a göre bunun üzerine Nero intihar etmeye hazır bir şekilde Salaria yolunda Roma’dan kaçmaya çalışır. Kraliyet muhafızlarının yakalayacağını anladığı sırada da kendini bıçaklayarak intihar eder.
Locusta, Roma’da birinci yy. da yaşamış profesyonel zehirci bir kadın.
Küçük Agrippina. Nero’nun annesi. Nero’nun babası olan ilk kocası öldükten ve ikinci kocasını da öldürmekle itham edildikten sonra öz amcası Claudius ile evlenir ve onun kendi oğlu yerine Nero’yu vasisi olarak seçmesini sağlar. Nero tahta geçmeden önce oğlunun rakiplerini, 54’de de eşi Claudius’un ölümünden sorumlu tutulmuştur. Nero 16’sında tahta çıkınca saltanat vekili olmuş ancak zamanla gücünü yitirmiştir. En sonunda oğlu Nero tarafından öldürtülmüştür.
Servius Sulpicius Galba Caesar Augustus, Roma İmparatoru. . Kendine suikast düzenlenmesinden korktuğundan 68’de Nero’ya karşı ayaklanır. Nero intihar eder. Senato tarafından imparator ilan edildikten sonra Roma’nın önde gelenlerinin çoğunun öldürür. Roma’yı ölene kadar, yani sadece 7 ay yönetebilmiştir. Seçtiği halefi Roma İmparatorluk Muhafızlarınca beğenilmeyince yine kendi muhafızları tarafından öldürülmüştür.
Persler
Doğu kültüründe zehir bilimi çok daha yaygındır. Persler zehirleme sanatına oldukça meraklıydılar. Plutarkhos ve Ctesias eserlerinde, Pers kralı II. Erdesir (M.Ö. 405 – 359) zamanında geçen bir olayı anlatırlar. I. Erdesir’in kız kardeşi ve II. Erdesir’in annesi Kraliçe Parysatis (bazı kaynaklarda da Büyük İskender’in diğer eşi Roksana) gelini II. Stateira’yı (Büyük İskender’in eşi) zehirli bir bıçak yardımıyla öldürür. Yemekteki kuşu kesmek için kullanılan bıçağın bir yüzüne bilinmeyen bir zehri sürer. Temiz kısmın değdiği taraftaki eti kendisi yerken, zehirli kısmı servis ettiği gelini ölür.
Mestrius Plutarchus (Yunanca: Πλούταρχος; 46 – 127). Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarı. Ayrıca orta dönem Platonculardandır. Chaeronea, Boeotia Yunanistan’da iyi bir ailede dünyaya gelmiştir. Çalışmaları Parallel Yaşamlar ve Moraliayı içerir.
Knidoslu Ctesias (Günümüz Türkiye’sinde Tekir, Datça). Yunanlı hekim ve tarihçi. M.Ö. 4.yy’da ünlenmiştir. Gençliğinde Erdesir’in hekimliğini yapmıştır.
İslam Uygarlığı
Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Hicri 150 yılında zehirlenerek öldürüldüğü rivayet edilir. Ebu Hanife’nin, Halife Ebu Cafer el-Mansur’un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı zikredilir. Onun hapisteyken mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır. Ebu’l-Arab Muhammed ibnu Temimi (Ö. 333), Kitabu’l-Mihen adli eserinde, “Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı. Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife yaşlılığından dolayı sütün midesine dokunacağını söyleyerek içmek istemedi. Mansur’un ısrarı üzerine Ebu Hanife sütü içti, sonra izin almadan Mansur’un yanından kalktı. Mansur nereye gittiğini sorunca, Ebu Hanife, ‘Senin gönderdiğin yere’ cevabini verdi ve oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra o süt yüzünden zehirlenerek öldü” diyerek bu zehirlemeyi anlatır.
Ünlü Selçuklu Sultani Melikşah, bir av dönüşünde verdiği ziyafette birden sancılanır. Sayıklamaya başlayan Sultan kendinden geçer. Melikşah’ın ünlü veziri Nizam-ül-mülk de Haşhaşiyunlar olarak ünlenen Hasan Sabbah’ın fedaileri tarafından zehirli bir hançerle öldürülür. Hasan Sabbah’ın kurduğu İsmailiyye tarikatını seçen fedailer, kendi toplum ve düşünce sistemine zarar veren kişilere suikastler düzenlemişlerdir. Bu suikastleri işletmek için militanlarına haşhaş vererek onların zihinlerini avucuna aldığı düşünülmektedir. Merkezleri, yüksek bir kayalığın tepesinde kurulu olan Alamut Kalesi‘dir. Bu kalede 2000 mürit yaşamaktaydı. Buraya kadınların girmesi yasak olduğu gibi her türlü alkollü içki de Hasan Sabbah tarafından yasaklanmıştır. Tapınak şövalyeleri Alamut kalesine gittiklerinde Hasan Sabbah onları etkilemek için kalenin yukarısında duran müritlerinden üçüne işaret ederek aşağıya atlamalarını istemiş ve onlar da hiç tereddüt göstermeden atlayınca tapınakçılar bu olaydan oldukça etkilenmişlerdir. Bu tavır o insanların uyuşturucu almadan bunu yapmalarının mümkün olmadığı fikrine götürmüştür. Başka bir iddia ise Hasan Sabbah’ın bu gençlere, öldükten sonra cennet vaat ettiğidir. Bu gençlere haşhaş verdikten sonra, Alamut kalesi ile ilgili efsanelerde yer alan cennet bahçelerinde uyanmalarını sağlıyordu. Bu bahçelerde çok güzel kızlar, türlü türlü lezzetli meyveler ve yemeklerle karşılanan gençlere burasının cennet olduğu söyleniyor ve tekrar haşhaşla uyutulduktan sonra tekrar kaleye götürülüyordu. Böylelikle ölünce cennete gideceğine tamamen inanan bu insanlar Hasan Sabbah için ölmekten korkmuyorlardı. Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ül Mülk’ün beraber eğitim aldıklarına inanan ve inanmayan tarihçiler bulunmaktadır. Ancak üçünün de beraber bir süre geçirmiş olması ve inanç ya da eğilimleri gereği ayrı yollara düşmüş olmaları da muhtemeldir. Hasan Sabbah’ın kurmuş olduğu Haşhaşilik tarikatının müritleri, kendi çağlarında bir çok Selçuklu devlet adamına suikast düzenlemiş ve ölümlerine sebebiyet vermişlerdir. “Suikast” kelimesinin İngilizce karşılığı olan “Assasinate” kelimesi, bu tarikatın Arapça ismi olan Haşhaşilikten çevrilerek İngilizce’ye geçmiştir. Alamut yazıtlarında ve İran belgelerinde ise Hasan Sabbah’ın haşhaş kullanarak insanları zehirlediği ile ilgili en ufak bir yazına rastlanmamaktadır. Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizamülmülk’ün hayatını konu edinen Amin Maalouf’un Semerkant adlı yapıtı da bu dönem Haşhaşiyunlarıyla ilgili popüler kültür eserlerinden biridir.
Hasan Sabbah (1034 – 1124). Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski ezoterik ve batınî örgütü Haşhaşileri kuran ve ölene kadar liderliğini yapan İranlıdır. Tarihteki en gizemli insanlardan biri olarak adı geçer.
Türkler
Göktürk Hakanı Bilge Kağan, Saka Hanı Alp Er Tunga da zehirle öldürülen sultanlar arasındadırlar. Anadolu Selçuklu Sultanı Alâüddin Keykubat, oğlu tarafından zehirletilmiştir. Türkçeyi ilk kez bir devlet resmi dili olarak uygulatan Karamanoğlu Mehmet Bey Gölhisar’da zehirlenmiş, Mehmet Bey’in ağabeyi Larende Emiri Şemsettin Bey de kardeşi Karaman Bey tarafından zehirletilmiştir.
Çinliler
Çinliler tarafından M.Ö. 246 civarında uygulanmaya başlanan ve halen de devam eden geleneklerden biri Chou Ritüeli adıyla bilinir. Kullanılan 5 zehirden 4’ü bilinmekte olup bunlar zincifre (sülügen), kırmızı zırnık, ferro vitriyol ve mıknatıs taşıdır. Beraber yakıldıklarında dumanı bir tutam tüy ile toplanır ve kullanılır.
Sülügen. Kırmızı renkli doğal civa sülfür. Civanın indirgenme yolu ile elde edildiği cevher. Yunanlıların Cadı Kazanı (zehirli madde listesi) içerisinde de yer alır. Sahne makyajında, resimde ve Çin usulü lake kaplama ve cila işlerinde de kullanılmış olsa da artık toksik olduğu bilinmektedir.
Eski Anadolu Uygarlıkları
Zehirli maddeler keşfedilmeye başlandıktan hemen sonra bunların ölümcül etkilerinin engellenmesine yönelik araştırmalar da başlamıştır. Anadolu’dan İtalya’ya dek yaygın olan Mithra dininde güneşi sembolize eden Mithra adlı tanrıdan adını alan Pontus Kralı VI. Mithridates (Şekil 6) ömrü boyunca düşmanları tarafından zehirleneceği korkusuyla yaşadı. Bu nedenle de antidot konusunda çok kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Mahkûmlar üzerinde birçok zehri denemiş ve başka zehirleri ardından vererek antidotsal özelliklerini araştırmıştır. Kendini bağışık kılmak adına her gün ölümcül olmayan ve giderek artan dozlarda birçok zehir içmiş ve kendini dünyasal bütün zehirlerden koruyacak bir “genel” antidot hazırladığı duygusunu yaymıştır. Pompey Roma’ya götürene kadar antidotunun formülünü bir sır olarak muhafız koruması altında saklamıştır. Bu formül Mithridatum olarak bilinir. Büyük Pliny Doğa Tarihi isimli yapıtında 54 farklı zehirden oluşan bu antidotu şu cümlelerle anlatır: “Zehirli besinler ile yaşayan, bu yüzden de hiç zarar görmeyen ve kanı daha sonra Mithridatum yapımında kullanılan kazın kanı Pontus’un belirli bir bölgesinde saklanmaktadır.” Pliny, ayrıca, bu antidotun kapalı bir muhafaza içinde olduğunu ve en az 2 ay boyunca saklanabildiğini de belirtir. Aulus Cornelius Celsus ise kendi De Medicina isimli kitabında bu karmaşık antidotu Antidotum Mithridaticum olarak adlandırır ve içeriğini gramı gramına anlatır. Mithridat, Rönesans sırasında da zehirlenmeleri engellemek amacıyla kullanılan karmaşık bir bileşiktir. Antidotum Mithridaticum, veya Theriac, Mithridates’in ölümünden 1900 yıl sonra da kullanılmış olup ünlü karışımın adına Nero’nun hekimine atfen Theriacum Andromachi adı verilmiştir. Pompey’in Pontus’u işgali esnasında, ne kadar ironiktir ki, Mithridate zehir ile intihar etmeye teşebbüs eder. Ancak belki de bu antidot sebebiyle zehir işe yaramaz ve akrabası olmayan ikizi, generali ve arkadaşı Bituitus’a kendini bıçaklaması emrini vermek zorunda kalır.
Mithridatizm, kişinin ölümcül olmayan dozlarda kendisine zehir uygulaması ile zehirlerden etkilenmeyen hale gelmesi manasına gelecek şekilde Pontus Kralı VI. Mithridates’e atfen bu uygulamanın adı haline de gelmiştir. Genel anlamda hayvanat bahçesi bakıcıları, araştırmacılar ve sirk artistleri dışında pratik uygulaması olmayan bu girişim Bill Haast tarafından başarıyla denenmiş olup kendisini birçok çeşit zehirli yılana bağışıklamayı başarmıştır. Bu görüngü, Alexandre Dumas’nın Monte Cristo Kontu; Yoshiaki Kawajiri‘nin Ninja Scroll; Dorothy Sayers‘in Güçlü Zehir; Agatha Christie‘nin The Mysterious Affair at Styles; ve William Goldman‘ın The Princess Bride gibi eserlerinin de esin kaynağıdır.
Mithridates, (Yunanca Μιθριδάτης, MÖ. 132 – MÖ.63), veya Eupator Dionysius ile Büyük Mithridates (Megas), Pontus kralı olarak Anadolu’da MÖ.120 — MÖ. 63 hüküm sürdü. Roma İmparatorluğun en başarılı ve zeki düşmanı olarak Roma’nın en muzaffer üç komutanı Sulla, Lucullus ve Büyük Pompey ile çarpıştı ve onları oyaladı. Anadolu topraklarında pusu taktiği ile savaşarak Romalıların Anadolu’ya yayılmalarını engellemiştir.
William E. “Bill” Haast (doğ. 1910) Punta Gorda, Florida yakınlarındaki Miami Serpentarium Laboratuvarlarının yöneticisidir. Bu merkez araştırma maksatlı olarak yılan venomu üretmektedir. Haast, çocukluğundan beri zehirli yılanların venomlarını ayrıştırmakta olup 1947–1985 yılları arasında çalıştığı bu merkezde gösteri amacıyla yılanların venomlarını çıkartmıştır. Zehirli yılanları gösteri amacıyla tutarken 2003 yılı başına kadar toplam 170 kez ısırılmış olup zehirli yılan tarafından bu kadar çok kez ısırılıp yaşadığı bilinen tarihte başka insan yoktur. 1947’de Serpentariumun açılmasıyla beraber yılan zehri ile aktif immünizasyon programına başlamıştır (Mithridatizm). 1954’de bir kobra yılanı tarafında ısırıldıktan sonra immünizasyonunun işe yarayacağını ummuş olsa da birkaç saat sonra hastaneye kaldırılması gerekecek kadar kötüleşmiştir. Hindistan’dan 48 saat içerisinde antivenin getirilmesine rağmen almayı reddetmiş ve hayatta kalmayı başarmıştır. Yılan ile zehirlenmiş kişilerde kullanılmak üzere birçok kez serumunu bağışlamıştır.
İran
İranlı bir hekim, filozof, bilgin ve Sırların Sırrı (Sirr al-Asrar) kitabının yazarı El-Razı alkolü distile ederek antiseptik olarak kullanan ilk kişidir. Farmakoloji’nin gerçek babası olarak kabul edilir. Ayrıca korozif süblime olarak adlandırdığı bir cıva klorid hakkında birçok buluşu vardır. Uyuzu ilk tanımlayan ve zehirli cıvayı bu hastalığın tedavisinde kullanmayı deneyen de yine ilk olarak odur. Toksinleri ve toksik maddeleri birer kimyasal olarak değerlendirip araştırmaya alan, başka etkilerinin varlığını savunan ve kullanmaktan çekinmeyen cabbar yönüyle birçok buluşun öncülü olmuştur. Tahran Razi Enstitüsü ve Kermanşah Razi Üniversitesi onun adına isimlendirilmiş olup İran’da her yıl 27 Ağustos Razi Günü (Eczacılık Günü) olarak kutlanır.(Şekil 7)
Ebu Bekir Muhammet ibn Zekeriya el-Razı (Farsça: زكريای رازی Zakaria ye Razi; Arapça: ابو بکر محمد بن زكريا الرازی; Latince: Rhazes veya Rasis) (865-925). İranlı simyacı ve filozof. Kendini filozofide Sokratın, tıpta Hipokratın İslami dünyadaki varisi olarak görür. Bilimlerin hemen hemen her çeşidinde 184’den fazla kitap ve makale yayınlamıştır. İran, Yunan ve Hint ilmine oldukça hâkim olan el-Razı kendi gözlemlerini bunlara ekleyerek büyük açılımlara neden olmuştur. Maddenin bileşimi hakkındaki teorisi Democritus’unkine çok benzer. Erken İslam Tarihinin en büyük bilimadamı olarak kabul edilir.
Avrupa’da Orta Çağın sonlarına doğru birçok bilinen zehre karşı iyileştirici tedaviler geliştirilmiştir. Ancak zehir de gitgide daha popüler bir cinayet aracı olarak gündelik hayata yerleşmiştir. Herkesin erişimine açık olan ve birçok tıbbi malzemeyi satan o zamanların eczaneleri apothecaries sayesinde tedavi edici özellikleriyle kullanılmasına alışılan birçok ürün daha kötü emellerle kullanılmak üzere toplumda yayılmaya başlamıştır. Hemen hemen aynı zamanlarda dünyanın başka bölgelerinde zehirler konusunda büyük atılımlar yapılmaktadır. Araplar arseniği kokusuz ve şeffaf hale getirmeyi başarırlar, böylece suikâstler anlaşılması imkânsız bir hâle gelir. Zehir epidemisi bu dönemde Asya’da da hızla yayılır.
Rönesans ve Aydınlanma Çağından Günümüze Zehir ve Toksikoloji
“Alle Ding sind Gift, und nichts ohn Gift; allein die Dosis macht, daß ein Ding kein Gift ist.”
“Bütün maddeler zehirdir. Aralarında zehir olmayan bir tanesi bile yoktur. Zehir ile ilacı birbirinden ayıran şey ise dozudur.”
—Paracelsus
Rönesans ve Aydınlanma Çağı ile beraber toksikolojinin bazı temelleri ve öğretisi de şekillenmeye başladı. Bunun en önemli sebebi Rönesans ile beraber zehirlerin kural tanımaz bir şekilde kullanımının tarihin en yüksek seviyelerine ulaşmasıdır. Bu artış biraz da, yeni birçok zehir keşfedilmiş olmasına ve İtalyan simyacılar tarafından zehirlerin birleştirilmesi ile elde edilen çok daha kuvvetli iksirlerin yapılmaya başlanmasından kaynaklanmaktadır. Artık toksikoloji olarak betimlediğimiz bilim şekillenmeye başlamıştır.
Paracelsus belirli bitki ya da hayvanların zehirli olmasının nedeninin içerdikleri özel kimyasallara bağlı olduğunu belirten ilk kişidir. Ayrıca bu kimyasallara vücudun vereceği yanıtın alınan doza bağlı olduğunu da kayıt altına ilk kez alan yine Paracelsus’dur. Çalışmaları, bir maddenin düşük dozları zararsız ya da faydalı olabilirken aynı maddenin yüksek dozlarının toksik olabileceğini göstermiştir. Bu görüngü artık doz-yanıt ilişkisi olarak bilinmekte olup toksikolojinin esas kavramlarından biridir.
Philippus Aureolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim. (1493-1541). İsviçreli/Alman doktor ve kimyager. 16. yüzyılın önemli bilim adamlarından ve modern tıbbın kurucularından biri olduğu kabul edilir. Paracelsus, günün tedavi şekline, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı çıkmış ve bunun sonucunda, biraz da çılgın tavırlarıyla, bir tür sembole dönüşmüştür. Çılgınlıkları o zamanki geleneksel tıbbın eskidiği ve artık yenilenmesi gerektiği şeklindeki tepkisinin bir göstergesidir. Akademik olan her şeye meydan okumuştur. Geçmişle olan savaşının en somut şekli, öğrencilerin yaktığı geleneksel ateşte herkesi gözü önünde İbn-i Sina, Hipokrates ve Galen gibi otoritelerin eserlerini yakmasıdır. Bu hareketiyle büyük bir tepkinin doğmasına sebep olan Paracelsus, hemen hiçbir yerde fazla kalamayıp, kent kent dolaşmıştır. Paracelsus, tıp eğitiminde geleneksel olarak kullanılan Latince yerine derslerini Almanca vermiştir. Paracelsus modern tıbbın yanında, modern farmakolojinin (İlaçbilimi) de kurucusu olarak nitelendirilebilir. Pek çok kimyasal madde üzerinde araştırmalar yapmış ve antimonu bulmuştur ki, daha sonra 17. ve 18. yüzyıllarda antimon, iatrokimya görüşlerini destekleyenler tarafından sıkça ilaç olarak ya da ilaç karışımları içinde kullanılmıştır; bu tip ilaçlara arkana tipi ilaçlar denir.
Rönesans döneminin belki de en ünlü zehircileri Borgia Ailesidir. Adı akşam-yemeği katiline çıkan Cesare Borgia, meşruluğu en çok tartışılan Papa olan VI. Aleksander’in (Şekil 8) oğluydu. Acımasızlığı ve düşmanca tavırları nedeniyle kaçınılan ve korkulan biriydi. Cesare sadece ihtilaflı bir babanın oğlu olarak değil aynı zamanda zehir-kullanan bir katil olarak da ünlenmişti. Apollinaire, Borgia Reçetesi olduğuna inandığı ve o dönemde bu haneden aile tarafından sıkça kullanıldığı varsayılan maddeyi şu cümlelerle açıklar “La Cantarella. Borgia’ların bu madde yapımında arseniğin yanı sıra bilmeden kullandıkları diğer element fosfordur. Bu bilgi kendilerine İspanyol bir keşiş tarafından verilmiştir. Bu keşiş ayrıca hem bu maddenin hem de arseniğin antidotunu bilmekte olup bunu da Borgia’larla paylaşmıştır”. Cesare’nin babasının ölümünden sonra bu ölümün nedeni hakkında türlü söylentiler çıkmıştır. Apollinaire’ye göre Papa aslında yemek masasındaki bir başka kişi (Kardinal de Corneto) için hazırladığı zehirli şarabı kendi içerek yanlışlıkla ölmüştür. Kayıtlar, Papa’nın cesedinin, zehirlenerek öldüğünü açıkça ifşa edecek hızla çürüdüğünü, bu sebeple de daha az şüphe çekmek için ölümünden sonra sadece geceleri ve mum ışığında ziyaret edilmesine izin verildiğini yazar. Cesare’nin kardeşi ve bu ailenin femme fatale’i olan Lucrezia Borgia’nın ağabey ve babasının cinayetlerine birebir yardım ettiği rivayet edilir. Babası ve kardeşi politik çıkarları için kendisini defaten ünlü ve varlıklı Romalılarla evlendirmişlerdir. İlk eşi olan Giovanni Sforza politik gücünü kaybedince Cesare ve Aleksander tarafından zehirlenmekle tehdit edilir ve bunun üzerine kaçar. Bisceglie Dükü Aragonlu Alfonso ile ikinci evliliğini yapan Lucrezia çok mutludur. Sifiliz yüzünden her yerinde skar dokusu gelişen, bunu bir takıntı haline getirerek siyah maskeler ve kıyafetler giymeye başlayan Cesare, kardeşinin mutluluğunu ve yakışıklı Alfonso’yu kıskanır. Giderek Papa için de bir utanç haline gelen ve politik yararı kalmayan Alfonso, Cesare tarafından kıskançlıkla bezeli türlü entrikalar sonucunda öldürülür. Lucrezia bunun üzerine babası tarafından Ferrara Prensi Alfonso d’Este ile üçüncü kez evlendirilir. Lucrezia sadık bir eş değildir. Hem biseksüel kayınbiraderi hem de dönemin şairlerinden Pietro Bembo ile kaçamaklar yaşar. Bu evlilik döneminde de ailenin politik ihtiraslarına çok sayıda insan kurban gider ve yemek sofralarında bir bir öldürülürler. Ailenin ölçüsüz partileri ile ilgili türlü rivayetler tüm yaşamları boyunca onları takip eder. Ensest, zehirleme ve cinayetlerle dolu bu partilerle ilgili tarihsel kanıtlar ise çok azdır. Rönesans süresince “Borgias’lara yemeğe davetliyim” diyenlerin sayısıyla “Borgias’larda yemekteydim” diyenlerin sayısı arasında bir uçurum olduğu söylenir. Bu çalkantılı, entrikalı, zehirlenmelerle bezeli ve bol cinayetli aile elbette zehir sanatının ötesinde ilgi çekicidir. Victor Hugo’nun Lucrezia’nın hikâyelerine dayanan trajedisi Felice Romani tarafından Donizetti’nin operası Lucrezia Borgia (1834) için librettoya dönüştürülür. Paris’de sergilenir sergilenmez Hugo tekrar sahneye konulmaması için bir mahkeme emri çıkarır. Libretto baştan yazılır, adı La Rinegata, İtalyan karakterler de Türkler olarak değiştirilir. Mario Puzo da ilk başladığı ve en son bitirdiği romanı The Family’de Borgia ailesini anlatır. Ünlü romanı The Godfather’daki birçok karakter, hareket ve aile bağlarında hep Borgia ailesinden esinlenmiştir.
Borgia Ailesi. Rönesans döneminde, yozlaşmış Papalık yönetimi sergileyen İspanyol kraliyet ailesi. Tarihin ilk kriminal ailesi olarak bilinirler. İtalyan mafyasının öncülü olduklarına inanılır.
Guillaume Apollinaire (1880 – 1918). Fransız şair, yazar ve sanat eleştirmeni. İtalya’da doğmuştur. Sürrealizm kelimesini ortaya atan kişi ve sürrealist kabul edilen ilk yapıtlardan biri olan Les Mamelles de Tirésias adlı oyunun yazarıdır. Birinci Dünya Savaşında yaralandıktan 2 yıl sonra 38 yaşında İspanyol gribin pandemisi sırasında ölmüştür.
Cantarella. Papa VI. Aleksander tarafından kullanılan bir arsenik türevi.
Mario Puzo, (1920–1999). ABD’li romancı ve senarist. Özellikle Baba (The Godfather) adlı romanı ve filmiyle tanınmış, suç ve mafya filmleri tarihine damgasını vurmuştur.
1600’lü yıllara gelindiğinde zehir kullanımı artık resmen bir sanat haline gelmiştir. Venedik ve Roma da dâhil olmak üzere birçok İtalyan şehrinde bu sanatın öğretildiği okullar açılmıştır. Neopoliani Magioe Naturalis,Giovanni Battista Porta tarafından 1589’da kaleme alınmış zehir sanatını ve zehir kullanarak nasıl etkin cinayetler işlenebileceğini anlatan bir yayındır. Özellikle, Veninum Lupinum adlı itboğan, adi porsuk, sönmemiş kireç, arsenik, acıbadem, toz haline getirilmiş cam ile bal içeren ceviz büyüklüğündeki hapların şarap ile nasıl karıştırılırsa ölümcül bir karışım elde edilebileceğini anlattığı kısmı çok ünlüdür. Toffana adlı Neopolitan bir kadın tarafından keşfedilen arsenik emdirilmiş Acqua Toffana adlı çözelti “Barili Aziz Nikola’nın mezarından sızan mucizevi sıvı” kılıfı altında bayan kozmetiği olarak satılmış, ancak dul kalma heveslisi erkekler yüzünden karaborsaya düşmüştür. Yine aynı zamanlarda orijinal On’lar Konseyinden esinlenilerek aynı isimli bir kiralık katiller loncası kurulmuş, burada simyacılar ve zehirciler çalışmaya başlamışlardır. 1572’de Paris sokaklarında coşkun bir şekilde mesleğini icra etmeye çalışan yaklaşık 30.000 zehirci olduğu iddia edilmektedir. Bu arada soylular zıvanadan çıkmak üzeredirler. Hemen hemen hepsi bir zehirlenme vakasının her an hedefi haline geleceğini umarak yaşamaya başlarlar. Kraliçe I. Elizabeth’e Yahudi hekim Dr Lopus tarafından nafile bir suikast girişimi düzenlenir. Opiyum bazlı bir reçineyi Elizabetih’in eyer kaşına sürmeye çalışırken yakalanır, asılır, dağlanır ve parçalanır. I. Elizabeth’in annesi Anne Boleyn de (VIII. Henry’nin eşi) eşini zehirle öldürmeye teşebbüs eder. 1689’da İspanya’da II. Carlos’un eşi Marie Louise ise teşebbüs etmekle kalmaz, başarılı da olur.
Hanged, drawn and quarted. 1790’a kadar İngiltere’de vatana ihanet suçundan hükümlü erkeklere uygulanan ceza (kadınların cezası canlı canlı yakılmaktır ).
Zehirlenme çılgınlığı 18.yy başında öyle bir hâl alır ki artık zehirlenmeyen ve basit bir hastalıktan muzdarip insanlar dahi zehirlendiklerini düşünmeye başlarlar. IV. Henry Seine nehrinden suyunu kendi almaya ve Louvre’da kendi kendine yumurta pişirip yemeye başlar. Doğu’daki Mançurya Hanedanı hükümdarların zehirlerden kaçınma yöntemleri ise daha farklıdır. Yemeden önce yemeklerin içine küçük gümüş tabaklar koyup renk değiştirip değiştirmediğine bakmaya başlarlar. Elbette bu yöntem tamamen yanılmaz olmadığından yemekleri ilk tadanlar da yine haremağalarıdır. Aynı yöntem Osmanlı mutfağında da kullanılır. Yemeklerin içine konduğu tabaklar özellikle siyanür ile renk değiştiren özel alaşımlardan imal edilirler. Ve elbette Osmanlı Saray’ındaki en önemli mesleklerden biri de tadımcılıktır.
Halka zehir satışını engellemeye yönelik ilk kanun 1662’de XIV. Louis tarafından çıkarılmıştır. Bu kanunla zehir satışı yapanların alıcıları tanımaları gerekliliği ve satın alma maksatlarını belirtme zorunluluğu getirilmiştir. Notre Dame papazları zehirle yapılan cinayetlerle ilgili sayısız günah çıkarma yapıldığını krala anlatınca XIV. Louis Chambre Ardente (Yakma Meclisi) adı verilen birliği toplayarak zehirlenmeleri araştırmaya başlar. Araştırmalar sonunda 442 kişi cinayetten suçlu bulunur. Chambre Ardente kovuşturmasının iki önemli sonucu olur. İlki, nüfuzlu tanıdıkları olanların cinayet suçundan yargılanmadan serbest kalabildiğine tüm halkın kendi gözleriyle şahit olması, zehir satıcılarına ise darağacı yolu görünmesidir. İkincisi ise, bu meclis ve mahkemeler sayesinde zehirler konusuna olan ilginin iyice artması ve çok daha fazla kişinin bunları kullanmayı öğrenmesidir.
Viktoria dönemi İngiltere’de zehircilerin altın çağı olarak da bilinir. Bu dönemde dünyanın en ünlü zehircileri buraya akın etmiştir. Artık her köşe başında türlü zehirleri bulmanın mümkün olmasının yanı sıra yepyeni bir teşvik keşfedilmiştir: hayat sigortası. İngiltere karışır. Ardı ardına çıkarılan 1851 Arsenik Yasası gibi kanunlar uygulanamadan aynı hızla kaldırılmak durumunda kalınır. Zehirlerin tespit edilememesi ve neredeyse her köşe başında bir zehirleme vakasıyla karşılaşılması kullanılan yöntemlerin zayıflığını açığa vurarak bilim adamlarını daha güvenilir yöntemler bulmaya iter. 1836’da Marsh, 1841’de de Riensch birbirlerinden habersiz şekilde iki ayrı arsenik tespit yöntemi geliştirirler. Artık toksikoloji bilimi gelişmeye başlamıştır. Birçok zehirciyi tutuklanma korkusu sarar ve cinayetler peyderpey azalır.
Bu tip haince ve hastalıklı politik cinayetlerin en ünlülerinden biri de Napolyon’un zehirlenerek öldürülmesinin öyküsüdür. Cesedinden yakın zamanda alınmış bazı saç örnekleri üzerinde yapılan analizler sonucu Napolyon’un zehirlenmiş olduğu tespit edilmiştir. 1999 yılında saç örnekleri üzerinde yapılan analizler, Napolyon’un arsenik zehirlenmesi sonucu öldüğü veya zehirlenerek öldürüldüğünü göstermiştir. Savaşı bir stratejik oyun olarak niteleyen Napolyon’un, savaşı içinde savaşma duyusu olan kişilerin işi olarak gören Tatar asıllı General Kutuzov karşısında Borodino’da aldığı yenilgi (7 Eylül 1812) ve bunun sonucunda Rusya’dan büyük kayıplarla çekilmek zorunda kalması, askeri ve politik kariyerine ağır bir darbe vurmuştur. Wellington dükü Arthur Wellesley komutasındaki İngiliz-Hollanda-Belçika-Alman ittifakından oluşan ordu karşısında, Waterloo köyünde aldığı yenilgi (18 Haziran 1815) ise sonunu hazırlamıştır. Napolyon’un yenilgisi Bourbon hanedanının iktidar hevesine harika bir araç olmuştur. Yeniden monarşi kurulmuş, XVIII. Louis tahta geçmiş ancak artık politik gücü tükenmiş Napolyon’dan çekinmekten de vazgeçmemişlerdir. Napolyon’un açıkça öldürülmesi toplumda ters karşılanabileceğinden zehirlenmesi seçeneği tercih edilmiş olabilir. Zehirlendiği kanıtlanmadan önce yazılmış biyografilerde, ilk hastalık belirtilerinin 1817 yılında ortaya çıktığı ifade edilir. Doktorlarınca ne olduğu anlaşılamayan bu hastalık 1821 yılından itibaren ilerleyerek 1921’deki ölümünü hazırlamıştır. Napolyon’un sürgüne gittiği Saint Helena adasına 1815’de ayak bastığı düşünülürse yaklaşık bir yıl gibi bir süredir almakta olduğu zehrin etkisi altında olduğu düşünülebilir. İngiliz Napolyon uzmanı David Chandler, Napolyon’un %99,9 bir olasılıkla sistemli bir zehirleme cinayetine kurban gittiğini düşünmektedir. Napolyon’a düzenli olarak arsenik veren de en yakın dostu ve Saint Helena adasında beraber yaşadığı Kont Charles de Montholon’dur. Kont Charles Tristan de Montholon’un dört yıl boyunca içtiği şaraba düşük dozlarda arsenik karıştırdığı düşünülmektedir. Diğer uzman tarihçiler de paralel öyküler anlatmaktadırlar. İlginç olan ise, modern zamanların en ünlü arsenik ile ölümünün cinayet olmaması ihtimalidir. Yakın zamanda Napolyon’un sürgündeki evinin duvar kâğıdında çok yüksek düzeyde arsenik tespit edilmiş olup duvar kâğıdındaki küfün metabolize etmesi sonucunda Napolyon tarafından gaz halinde inhale edildiği sanılmaktadır. Dönem ilaçlarının çoğunun da arsenik içeriyor olması elbet Napolyon’un tıbbi yönetimini iyi yönde etkilememiştir.
İspanyol asıllı Fransız hekim Orfila (Şekil 9) çoğu kez toksikolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Yaşadığı zamanın zehirlerinin kimyasal ve biyolojik özellikleri arasında sistematik bir ilgileşim kuran kişi Orfila’dır. Otopsi materyallerini inceleyerek zehirlerin belirli organlar üzerindeki etkilerini ve buna eşlik eden doku hasarını tanımlamıştır. Orfila zamanında cinayetlerde kullanılan öncelikli zehir arsenik idi. Ancak adli kovuşturmalar esnasında varlığını test edebilmek için güvenilir yöntemler yoktu. Orfila, ilk bilimsel eseri olan Traité des poisons’da eski yöntemleri geliştirmiş ve güvenilirliği son derece yüksek yeni yöntemler ortaya atmıştır. 1840’da Marie LaFarge arsenik kullanarak eşini öldürmeye çalışmakla suçlanmıştır. Esrarengiz bir şekilde, katil arseniğe ulaşabilir durumda olmasına ve yemeğin içinde arsenik bulunmasına rağmen cesette hiç arseniğe rastlanmamıştır. Mahkeme Orfila’yı araştırmacı olarak atar. Kullanılan ve Marsh Testi adı verilen yöntemin uygun şekilde yapılmadığını ve cesette arsenik bulunduğunu tespit ederek LaFarge’nin suçlu bulunmasını sağlar.
Mathieu Joseph Bonaventure Orfila (Catalan Mateu Josep Bonaventura Orfila i Rotger) (1787 – 1853) İspanya doğumlu Fransız toksikolog ve kimyager. Toksikoloji biliminin kurucusu.
Traité des poisons veya Toxicologie générale (1813). Orfila’nın toksikolojiye yaptığı esaslı katkıların hemen hemen hepsi bu kitapta yer alır. Ünü ve etkileri açısından sadece Robert Christison’un (1797-1882) Treatise in Poisons adlı eseriyle karşılaştırılabilir.
Türklerde de zehir diğer milletlerde kullanımından farklı değildir. 1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur’a esir düsen Yıldırım Beyazıt’ın da zehirlenerek öldüğü rivayet edilir. Gururlu bir sultan olan Beyazıt’ın kendini zehirlediği de söylenir. Fatih’in oğlu İkinci Beyazıt’ın da oğlu Yavuz Sultan Selim tarafından zehirlendiği iddia edilir. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Şehzade Cem’in, kardeşi İkinci Beyazıt ile girdiği taht kavgası trajik bir şekilde sonlanır. Sürgünde yaşayan bahtsız Cem’in, İkinci Beyazıt ile anlaşan Papalık tarafından zehirletildiği sanılır. Bazı Osmanlı kaynakları ise Cem’in bir dönme tarafından zehirli usturayla traş edilmesi sonucunda öldürüldüğünü ileri sürerler. Fatih Sultan Mehmed’in ölümüyle ilgili de çeşitli iddialar vardır. Alman tarihçi Prof. Franz Babinger’in bulduğu önemli bir Venedik vesikasına göre Venedikliler Fatih’i zehirlemek için teşebbüslerde bulunmuşlar ve bu amaçları için İtalyan yahudisi olan Dönme Yakup Paşa’yı bile kullanmışlardır. Fatih’e verildiği düşünülen zehirlerden biri de kargabüken (Bkz. Dipnot 11:Kargabüken, Sayfa 5) ağacının tohumlarıdır. Fatih’in ordugahında bulunan bir ozanın yazdığı, “Tabibler şerbeti kim verdi Hân’a / O Hân içti şerabı kâne kâne / Ciğerin doğradı şerbet o Hân’ın / Hemin der zari etti yâna yâna / Dedi niçin bana kıydı tabipler / Boyadılar ciğeri, canı kâne” şeklindeki ağıt da Fatih’in zehirlendiği yorumlarının edebiyattaki karşılığı olarak kabul edilir.
20.yy’da Zehir
20.yy’ın başında bilimsel ilerlemelere olan merak her köşe başında yer alan bu eczane-iksirhane dükkânlarının yerlerini kütüphanelerin yer almasını sağlar. İnsanlar artık ailelerini öldürmek istememektedir. Devletler savaşlarda daha kalabalık insan gruplarını ve orduları etkisiz hâle getirebilmek amacıyla hükümetler eliyle zehirler üzerindeki araştırmalarına devam ederler. Diğer yandan toksikolojinin de gelişmeye devam etmesi sayesinde bu yeni zehirlerin kullanımı ve dolaşımı hemen kısıtlanmaya başlanır.
Çoğu klasik zehrin günümüzde kolaylıkla tespit edilebilir olması gerçeğine rağmen halen hem cinayet hem de intihar amaçlı kullanılmaya devam edilmektedirler. Doğaüstü yeteneklere sahip olduğuna inanılan geçen yüzyılın başında yaşamış bir Rus mistik olan Rasputin (Şekil 10) siyanür ile öldürülmeye çalışılmış, siyanürden etkilenmeyince de üç kez ardı ardına silahla vurulmak zorunda kalınmıştır. Çarlık döneminde Rusya’da bir dinsel simge haline gelen Rasputin giderek güçlenir. 1907 yılında Çar’ın oğlu Alexei hemofili hastalığına yakalanır. Doktorlar iç kanamalarını durduramayınca artık tıbbın sınırlarına vardığını ve oğlanın yakın zamanda öleceğini bildirirler. Bu arada ermişliği ve doğaüstü güçleri ile meşhur olan Rasputin, Çariçe tarafından saraya çağırılır. Rasputin Alexei’nin iç ve dış kanamalarını bir iki dakika içerisinde dua ederek ve elleriyle dokunarak durdurur. Rasputin o günden itibaren Çar ailesi için çok önemli bir şahıs olur. Hanedan mensuplarının Rasputin’den duydukları rahatsızlık had safhaya ulaşınca onu ortadan kaldırmak için planlar yapılmaya başlanır. Felix Yussupov isimli Tatar bir hanedan mensubu prens bu işe ön ayak olarak diğer komplocu arkadaşları ile beraber bir plan yapar. Sarayda verilen bir yemek davetinde Yussupov ve Rasputin beraberce yemeğe giderken Yussupov onu sohbet etmek amacı ile bir odaya alır. Burada önceden siyanürle hazırlanmış kurabiyeler vardır. Her ne kadar bir kurabiye içersindeki siyanür dozu insanı öldürecek miktarda olsa da şarabın içine de siyanür konulmuştur. Rasputin iki kurabiye yer, bir bardak da şarap içer. Ancak zaman geçmesine rağmen herhangi bir etki gözlenmez. Paniğe kapılan Yussupov odadan çıkar, arkadaşlarının yanına gider ve planın işe yaramadığını söyler. Hemen kendisine bir silah temin edilir. Yussupov Rasputin’in yanına geri döner ve silahını bir el ateşler. Rasputin yere yığılır. Yussupov sevinç içinde arkadaşlarının yanına döner ve işi başardığını söyler. Arkadaşı ona bir bardak şarap verir ve kutlama yapmalarını önerir. Ancak o esnada Yussupov’un içerisinde bir kurt düşer, yerde yatan Rasputin’in yanına gider. O esnada Rasputin yeşil gözleri ile Yussupov’a bakarak bir şeyler söyler. Sesleri duyup odaya dalan Yussupov’un arkadaşı kendi silahı ile Rasputin’e ateş eder ve Rasputin’i sırtının alt kesiminden vurur. Öldüğünü düşündükleri Rasputin’i bir çarşafa sararak dışarıda beklemekte olan araca doğru taşımaya başlarlar. Muhtemelen o sırada arabada bekleyen Rayner (İngiliz gizli servisinden bir ajan) kapıyı açmak için dışarı çıkar. Rasputin’den bir hırıltı veyahut bir hareket olması üzerine ölmediği anlaşılan Rasputin’nin son ölümcül yarası ingiliz Rayner tarafından alnının tam ortasından vurularak tamamlanır.
Grigorij Jefimoviç Rasputin. 22 Ocak 1869’da, Ural Dağları’nın yakınındaki Pokrovskoye köyünde doğdu. 1905’te St. Petersburg’da Rasputin’in de katıldığı büyük bir dini toplantı yapıldı. Orada Johann von Kronstadt gibi saygın din adamlarıyla tanıştı ve kısa zaman içinde kendi ünüde yayıldı ve kendisine Çar’ın Sarayı’na kadar bütün kapılar açıldı.
Dr. Crippen (Şekil 11) Amerikalı bir homeopati doktoru olarak bir müzikhol şarkıcısı olan Cora Turnet ile evlenir. Cora başkalarıyla açıkça ilişki yaşamaktan çekinmeyen biridir. 1900 yılında ailecek İngiltere’ye taşınırlar. Crippen’in doktorluğu İngiltere’de geçerli olmadığından Holloway yolunda bir evde pansiyonerlik hizmeti vermeye başlarlar. 31 Ocak 1910’da evde verdikleri bir parti esnasında Cora kaybolur. Hawley Crippen herkese Cora’nın ABD’ye geri döndüğünü anlatır. Bir süre sonra da Kaliforniya’da öldüğünü söyleyerek cenaze töreni yapılır. Bu sırada Crippen’in sevgilisi Ethel Le Neve Crippen’in yanına taşınır ve açık bir şekilde Cora’nın elbiselerini giyip mücevherlerini takmaya başlar. Cora’nın yok olmasından şüphelenen yakın arkadaşı Kate Williams polise haber verir. Ev araştırılır ancak hiçbir şey bulunamaz. Baş dedektif Walter Dew Crippen’in sorgusunda açık herhangi bir nokta tespit etmez ve anlatılanlara inanır. Ancak Crippen ve Le Neve panikleyerek Brüksel’e kaçarlar, oradan da Antwerp’e geçerek Kanada’ya gitmek üzere Kanada Pasifik yollarının SS Montrose adlı gemisine binerek anakaradan ayrılırlar. Bu kaçış Scotland Yard’ı olayı tekrar incelemeye iter. Ev üç kez daha aranır ancak yine sonuç yoktur. Dördüncü ve son araştırmada taş tabanın altında bir cesede ve hiyosiyamin kalıntılarına rastlanır. Crippen ve Le Neve gemide oldukça dikkat çekici ve şüphe uyandırıcı davranışlar sergilerler. Birinci sınıfta yolculuk yapar ancak ana salonda garip davranırlar. Ayrıca Le Neve bir oğlan çocuğu gibi kılık değiştirmiş ancak bu çevredekilerin gözünden kaçmamıştır. Kaptan Henry George Kendall anakaranın iletişim ağından çıkmadan hemen önce İngiliz otoritelerine kablosuz bir telgraf gönderir. O zamanlar İngiliz sömürgesi olan Kanada’ya hemen yola çıkan Dew, Crippen’den önce Kanada’ya varır ve gemiye çıkar. Kaptan köşkünde yüzleştirildiklerinde Crippen vicdan azabı yaşadığını belirterek hemen teslim olur. Cora’nın cesedi mahzende birçok pakete bölünmüş şekilde ortaya çıkarılır. Her ne kadar Crippen suçlu bulunup asılmış olsa da Cora’nın bedenine uyguladığı yaygın diseksiyon ve asit uygulamaları nedeniyle kimliğini bırakın cinsiyeti bile belirlenemez. Batın derisinde bulunan bir skar dokusunun Cora’nın tıbbi özgeçmişi ile uyumlu olması geçerli kanıt sayılır. Crippen dava boyunca herhangi bir savunma yapmaz. Ancak o sırada savunma avukatlığını yapan Edward Marshall Hall, Crippen’in hiyosiyamini cinsel depresan olarak Cora’ya düşük dozlarda vermekte olduğunu ancak muhtemelen kazara verdiği yüksek doz ile istemeden Cora’yı öldürdüğünü düşündüğünü belirtir. 1930’da Le Neve ile tanıştığını söyleyen bir başkası ise Crippen’in Cora’yı sifiliz hastası olduğu için öldürdüğünü Le Neve’ye söylemiş olduğunu iddia eder. Ekim 2007’de Michigan Üniversitesi Adli Tıp araştırmacısı David Foran yaptığı DNA analizi ile cesedin Cora olmadığını kesin bir şekilde kanıtlar. 2008 başından itibaren de Crippen’in suçsuzluğu üzerine türlü senaryoların yanı sıra ispatlanamamış bir seri katil olduğu yönünde rivayetler basında dillendirilmektedir. Crippen ve cinayeti popüler kültür için de bitmek bilmez bir esin kaynağı olarak Wolf Mankowitz’in Müzikali Belle, Donald Pleasance’in başrolünü oynadığı film Dr Crippen ve Erik Larson’un son kitabı Thunderstuck gibi yapıtların da temelini oluşturmaktadır.
Hawley Harvey Crippen (1862 – 1910), genellikle Dr. Crippen olarak da bilinir. Pentonville Hapishanesi, Londra, İngiltere’de, on 23 Kasım 1910’da karısını öldürme suçundan asılmış bir Amerikalı doktordur. Tarihte kablosuz iletişim ile yakalanan ilk suçlu olarak bilinir.
Hiyosiyamin. Bir tropan alkaloidi. Atropinin L-izomeri. Bazı bitkilerin ve özellikle de banotunun ikincil metaboliti. Antikolonerjik ve antimuskarinik. Atropinin antikolinerjik gücünün %98’ine, antimuskarinik gücünün de %92’sine sahiptir.
Ünlü opera sanatçısı Maria Callas’ın da kalp krizinden ölmediği, bir cinayete kurban gittiği söylenir. Franco Zeffircih, Callas’ın hayatını konu alan filmin hazırlık aşamasında kapsamlı bir araştırma yapmış ve ünlü opera sanatçısının piyanist arkadaşı tarafından zehirlenmiş olabileceği bilgisine ulaşmıştır. Buna göre 1977’de ölen Callas, son yıllarında arkadaşlık kurduğu piyanist Vaseo Devetzi tarafından öldürülmüştür. Cinayet nedeni ise Callas’in 9 milyon dolarlık mücevherleridir.
Belle Gunness sayısız sevgilisini bahçesinin her yerine gömmek için arsenik kullanır. Donald Harvey hastanede çalıştığı 10 aylık süre içerisinde yaklaşık 12 kurbanını siyanür ile öldürmüştür. Richard ‘buzadam’ Kuklinski (Şekil 12) de defalarca siyanür tercih ederek geçen yüzyılın en önemli kiralık katillerinden biri haline gelmiştir.
Nazi lideri Herman Goering bile Nuremberg Mahkemesi sırasında asılmasından bir gün önce siyanür kullanarak intihar etmiştir (Şekil 13). Adolf Hitler de eşi Eva Braun ile beraber Berlin’in düşmesinden önce siyanür hapı içerek intihar etme yolunu seçmiştir. Viktorya döneminde sigorta parası için kendi evladını öldürenlerden esinlenen Ronald O’Brien da 1974’de evladının şerbet tozuna siyanür koyarak öldürmüştür. 1998’de Japonya’daki bir köy festivalinde dağıtılan körili et kaplarında dört kişinin ölüm ve 40 kişinin yaralanmasından sorumlu olarak arsenik trioksit tespit edilmiştir. Philadelphia Zehir Çemberi adı verilen ve paravan bir evlendirme ajansı ardında kiralık katillik hizmeti sunan Petrillo kardeşler 1938’den elektrikli sandalyede mahkûm edildikleri 1941 yılına kadar zehir kullanarak 70 cinayet işlemişlerdir. Hemen hemen tüm cinayetlerinde arsenik kullanmışlardır.
Belle Sorenson Gunness (doğum ismi Brynhild Paulsdatter Størseth). (1859-1908). Amerika’nın en azılı kadın seri katillerinden biri. Her iki eşini, tüm çocuklarını, taliplerini, erkek arkadaşlarını ve kendi iki çocuğunu öldürdüğü sanılmaktadır. En önemli cinayet sebebi hayat sigortası parası almak olarak öne çıkar. Çevresindekilerce para delisi olarak anlatılır. 20’den fazla insanı öldürdüğü belirtilse de bazıları yüzden fazla insan öldürdüğünü ancak ispatlanamadığını belirtmektedir. Bir yangında öldüğü sanılmaktadır. 5 Kasım 2007’de cesedi bir grup antropoloji öğrencisi tarafından çıkarılmış olup DNA analizleri şimdiye Belle’nin sanılan cesedin ona ait olmadığını göstermiştir.
Donald Harvey (1952-.). Bilinen en azılı seri katillerden biri. 87 kişiyi öldürdüğü ifade edilmekte olup 36 ila 57 tanesi kanıtlanmıştır. Kendine “Ölüm meleği” adını vermiştir. Ohio’da cezasını çekmektedir.
Richard Kuklinski (1935-2006). Ünlü kiralık katil. Birçok İtalyan-Amerikalı aile için çalışmıştır. Kariyeri boyunca 200’den fazla cinayet işlemiştir. Ağabeyi de ünlü bir tecavüzcü ve katil olan Joseph Kuklinski’dir.
Ünlü yazar Emile Zola Paris’te Brüksel sokağındaki odasında 29 Eylül 1902 sabahı gazdan zehirlenerek ölür. Yapılan soruşturma bastan savmadır. Olay, talihsiz bir kaza olarak kayıtlara geçer. Zola’nın ölümünden 20 yıl sonra bir sobacı, arkadaşına ilginç bir ayrıntı aktarır. İddiaya göre sobacı, 25 Eylül 1902’de Zola’nın oturduğu binaya komsu binada çalışma yaparken, Zola’nın oturduğu evin bacasını kendisine verilen zehirli bir bezle tıkadığını, 29 Eylül sabahı ise izleri sildiğini söylemiştir. Bu ilginç gelişme, Dreyfus Davası’nda etkili bir kampanya gerçekleştirerek Yahudi karşıtı çevrelerin düşmanlığını kazanan Zola’nın bir cinayete kurban gittiği seklinde yorumlanır. Dreyfus karşıtı bir yayın organı olarak bilinen La Libre Parole’nin (Serbest Söz) manşeti ise daha da ilginçtir: “Doğal bir olay, Zola dumandan boğularak öldü.”
1917’deki Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Rusya’nın efsanevi gizli servisi KGB’nin, hem rejim muhaliflerini ortadan kaldırmak hem de önemli iç sorunları çözmek için zehirli suikastlara başvurduğu rivayet edilir. Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Azerbaycan Hükûmet başkanı, Stalin karşıtı liderlerden Sultan Galiyef’in yakın adamı Neriman Nerimanov, 1925’de Moskova’da yemeğine karıştırılan bir zehrin etkisiyle öldürülmüştür. Nerimanov’un, Azerbaycan’ın bağımsızlığını savunduğu ve Karabağ’ın Azerbaycan lehinde çözülmesi için Moskova’ya karşı petrolü koz olarak kullandığı için öldürüldüğü söylenir. Kremlin Hastanesi doktorlarından Yulya İvanovna Litkin, Troçki kapısıyla Devrim Meydanı arasında, demir parmaklıklara yaslanmış, iki büklüm, öksüren bir adam görür. Litkin olayı şöyle anlatır: “Adamın yüzü garip bir anlatıma bürünmüştü. Yardım etmek için yaklaştığımda onun yoldaş Nerimanov olduğunu gördüm. ‘Beni çabuk hastaneye yetiştirin. Ölüyorum, çabuk olun’ diye haykırdı. Kendisini Kremlin Hastanesi’ne götürmemi istedi. Hastaneye ulaşamadan öldü.” Nerimanov’un cesedine otopsi yapılmaz. Yemeğine zehiri Stalin’in adamı Gürcü asıllı Sergey Orhonikidze’nin koyduğu öne sürülür.
Nicolay Skoblin, yurt dışındaki rejim muhaliflerini bozguna uğratan bir ajan provokatördür. Stalin’in orduda temizlik yapmasına neden olmuştur. Komünist rejim karşıtı olduğu halde yaşadığı bir aşk macerasının ardından ÇEKA’nın (eski KGB) avucuna düşen çok şey bilen bu ajanın kimliği deşifre edilince KGB tarafından Rusya’ya kaçırılmak istenir. 1938’de Barselona’da Rus bandıralı bir gemiye binen Skoblin, hizmetlerinin karşılığını kendisine ikram edilen şaraba katılan bir zehirle öldürülerek öder. Gemi Rusya’ya varmadan cesedi çoktan tıp fakültesine bağışlanmıştır bile.
1953’te ölen Stalin’in de bir zamanlar Rusya’nın en korku salan KGB Başkanı Lavrenti Beria tarafından zehirlenerek öldürüldüğü öne sürülmüştür. İddia “Son Çar” adlı romanıyla uluslararası üne kavuşan Rus Yazar Edvarda Ratzinsky tarafından kaleme alınan “Stalin” adlı kitapta yer alır. Bu arada Stalin’in ölümünden üç ay önce sağlığından sorumlu olan altısı yahudi dokuz doktor tutuklanmıştır. Doktorlar, Stalin’i zehirlemeye çalışmakla suçlanarak idama mahkûm edilmişlerdir. Stalin öldükten sonra hekimler aklanarak idamdan kurtulmuşlardır. Bir diğer iddia ise Stalin’in, politbüro üyeleriyle birlikte bir akşam yemeğinde zehirlendiği yönündedir. Stalin’in, warfarin ile zehirlenerek öldüğü ileri sürülmektedir.
Warfarin’in keşfi hikayesi de çok ilginçtir: Wisconsin Üniversitesi’nden Prof. Karl Paul Link, çürümüş şeker yoncası yedikten sonra kanama geçirerek ölen ineklerle ilgili bir araştırma sırasında kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir madde bulmuştur. Ardından bu maddeden fare zehri geliştirmiştir. Bu maddeye, araştırmaya maddi destek veren Wisconsin Mezunları Araştırma Vakfı’nın isminden (Wisconsin Alumni Research Foundation – WARF) yola çıkarak warfarin adı verilmiştir. Vakıf 1948’de warfarinin patentini alır. Warfarinin kan inceltici olarak kullanılışı ise 1950’lerde gerçekleşir.
Sovyet döneminin efsanevi gizli servisi KGB’nin bazı suikastlerde ucu zehirli şemsiye kullandığı da bilinmektedir. Eylül 1978’de BBC’de çalışan rejim muhalifi Bulgar gazeteci Georgi Markov, Londra’da, KGB tarafından risin emdirilmiş ufak bir saçmayı basınçlı gaz ile püskürtebilen bir şemsiye ile öldürülür. Bulgaristan’dan kaçarak İngiltere’ye yerleşen Markov sokakta yürürken, yanından geçen biri, elindeki şemsiyenin ucunu bacağına batırır. Markov, acıyla döndüğünde, KGB ajanı yanlışlıkla çarpmış gibi özür dileyerek yoluna devam eder. Hintyağı bitkisinden elde edilmiş risinle zehirlenen Markov 3 gün ıstırap çektikten sonra can verir. İngiliz Savunma Bakanlığı yaptığı otopside risin emdirilmiş saçmayı bulur. Doktorlar Markov’un vücuduna 0,25 mg risin zerk edildiğini açıklarlar. KGB ve Bulgar gizli polisi bu iddiaları reddeder ancak KGB itirafçıları Oleg Kalugin ve Oleg Gordievsky olayda KGB parmağı olduğunu sonradan kabul eder.
Risin. Ricinus communisden (Hintyağı) elde edilen bir protein toksini. İnhale, enjekte veya oral alım ile protein sentezini inhibe eder. Bilinen antidotu yoktur. Ancak Amerikan ordusu bir aşı geliştirmiştir. Risin ağır diyare yapar ve kurbanlar şoktan ölürler. Abrin de benzer bir toksindir. Kanser tedavisi için monoklonal antikorlara bağlanarak kanser hücrelerini hedefleyen tedavide kullanılmaktadır. I. Dünya Savaşı’nda ABD risini şarapnel ve mermilere bulayarak ya da toz halinde kullanmak için çalışmalar yapmıştır. 1899 Hauge Konvansiyonu ile ters düşeceğinden uygulanmamış ve silah haline getirilmemiştir. II. Dünya Savaşı sırasında ise ABD ve Kanada havenk topunda risin kullanımını çalışmışlardır. Kitlesel imha silahı olarak kullanılması düşünülmüştür. Risin’in askeri işareti W’dur. Risin’in aşırı derecede toksik olması ve kitle imha silahı olarak kullanılabilecek olmasına rağmen üretimini sınırlamak son derece güçtür. Hem 1972 Biyolojik Silahlar Konvansiyonunda hem de 1997 Kimyasal Silahlar Konvansiyonunda risin birincil öncelikli olarak kontrol edilmesi gereken madde olarak listelenmiştir. Buna rağmen yılda 1 milyon ton hintyağı işlenmekte ve %5’i yüksek derecede risin içeren atık olarak saklanmaktadır.
Risin kullanılan ya da kullanılması planlanan girişimlerin sayısı o kadar fazladır ki bir kimyasal ve biyolojik silah olarak çeşitli konvansiyonlarda üretiminin kontrol edilmesi için ilk öncelik bu maddeye verilmiştir. 5 Ocak 2003’de Metropolitan Polisi Londra’da bir daireye baskın düzenler ve Londra Metrosuna risin ile zehirli saldırı yapmayı planlayan 5 Cezayirli terörist yakalar ancak hiç risin ele geçiremez. Yine 2003 yılında ABD’de Risin içeren 2 ayrı mektup bulunur. Bunlardan biri Beyaz Saray’a gönderilmiştir. 2006 yılında Richmond, Virginia’da yaşayan Chetanand Sewraz isimli Amerikalı büyük miktarda risin ile beraber yakalanır. Eşini öldürmek için ürettiğini ifade eden Chetanand’ın ürettiği miktar birkaç yüz kişiyi rahatlıkla öldürecek kadardır.
20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından biri olan Tina Modotti’nin 1942’de 46 yaşında iken zehirlenerek öldürüldüğüne inanılır. Meksika Komünist Partisi üyesi Modotti, 1930’da Başkan Pascaul Rubio’ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden sorumlu tutularak hapsedilir, sonra da Meksika’dan sürülür. İspanya’daki iç savaş döneminde aktif rol alır. 1939’da İspanya’dan kaçarak Meksika’ya geçer. Nazi-Sovyet saldırmazlık anlaşması Tina’nın Komünist Parti’ye olan inancını sarsar. Arkadaşlarıyla gittiği bir akşam yemeğinin dönüşünde geçirdiği kalp krizi sonucu ölür. Olay sonrasında Modotti’nin, Stalinizm’e muhalif olması nedeniyle zehirlenerek öldürüldüğü iddia edilir.
Bülent Ecevit’in de 1977 seçimlerinden hemen önce 29 Mayıs günü, İzmir Çiğli Havaalanı çıkışında bir polis tarafından zehirli kurşun atan ilginç bir silahla öldürülmek istendiği rivayet edilir. Olayda dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan baldırından yaralanmıştır. Olayda ABD yapımı “Tengas” marka bir silah kullanılmıştır. İsvan’ın ayağından çıkarılan mermi parçalarının zehir taşıdığı sonradan anlaşılır. İddialara göre silah, ilk kez bir insan üzerinde denenmektedir. Silahı üreten firma İsvan’ın bacağındaki yaranın seyrini uzun yıllar izler, hatta masraflarını karşılayarak İsviçre’de tedavi bile ettirir. Ecevit, ise silahın Rahşan Ecevit’e yöneldiğini savunur. Resmi açıklama ise polisin silahının yanlışlıkla ateş almasıdır. Olayın arka planı Ecevit’in Başbakanlığı döneminde de aydınlatılamaz. Ecevit olayı gazetecilere şu şekilde anlatır: “Arkadaşımız Mehmet İsvan’ı yaralayan silah, anlaşıldı ki balistikte çalışan uzmanların da görmediği, varlığından haberdar olmadığı son derece tehlikeli bir füze. O füzenin parçalarını çıkarttı doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parçaları doktorlardan almak istemişler. Ama doktorlar vermemiş. Evvela Türk polisinin elinde ve Türkiye’de böyle bir silah bulunmadığı iddia edildi. Sonra bu silahtan bulunduğu fakat bunun gizli olduğu, çok tehlikeli olduğu ortaya çıktı.” Bu iddiaların ne derecede doğru olduğu veya üzerindeki zehrin ne olduğu bilinmemektedir.
21.yy’da ünlü zehirlenmeler ve cinayetler
2000 yılında San Diego’da adli toksikolog olarak çalışan Kristen Rossum “mükemmel zehir” olarak kabul edilen fentanil ile eşini öldürerek intihar süsü vermeye çalışmıştır. Fentanilin mükemmel olmasının sebebi renksiz ve kokusuz olmasının yanı sıra neredeyse hiç kullanılmayan bir zehir olması itibariyle adli toksikoloji ve kriminoloji laboratuvarlarınca o zamana kadar test edilmiyor olmasıdır.
Alexander Valterovich Litvinenko, organize suçlarla ilgilenen eski bir FSB ajanı olarak bilinir. Hatta mafya devleti terimini ortaya ilk atanın kendisi olduğu rivayet edilir. Kasım 1998’de üstlerinin, Rus para babası Boris Berezovsky’nin öldürülmesi emrini verdiklerini afişe etmeleri üzerine tutuklanır. 2000’de salınınca ailesiyle birlikte İngiltere’ye sığınan Litvinenko burada İngiliz istihbaratı adına çalışır ve yazarlık yapar. Bu esnada Putin’i çeşitli gizli servis cinayetleriyle ilişkilendiren iddialara sahip kitaplar da kaleme alır. 1 Kasım 2006’da aniden rahatsızlanan ve hastaneye kaldırılan Litvinenkonun Radyoaktif Polonyum-210 ile zehirlendiği tespit edilir, 23 Kasım 2006’da da hayata gözlerini yumar. Litvinenko, Polonyum-210 ile akut radyasyon sendromu sonucu ölen ilk vaka olarak tarihe geçer.
Yakın zamanda gerçekleşen zehirlenme iddiaları arasında Ukrayna başbakanı Victor Yushchenko‘nun 2004 yılında 2,3,7,8-Tetraklorodibenzodioksin (TCDD) ile zehirlendiği, geçirdiği pankreatitin buna bağlı olduğu ve zehirlenme sonucunda yüzünde ciddi bozulmalar ve klorakne adı verilen lekelerin oluştuğu iddiası vardır. Tam seçim kampanyası döneminde gerçekleşen bu olay, İngiliz toksikolog Profesör John Henry tarafından yüzündeki kloraknelere istinaden ortaya atılır. Holandalı toksikolog Bram Brouwer, Yushchenko’nun kanındaki dioxin seviyesinin beklenenin 6000 katı seviyesine olduğunu bildirir. Ancak ilk tedaviyi yapan doktor bu iddaları onamaz, görevinden de istifa etmek zorunda kalır. 2009 yılında İsveçli ve Ukraynalı bilim adamları The Lancet dergisinde Yushchenko’nun vakası üzerinden dioxin (TCDD) zehirlenmesinin ayrıntılarını tanımlarlar. Hatta, liderin “kanındaki” dioxin “o kadar saf” olarak tespit edilir ki “ancak laboratuvarda sentezlenmiş olabileceği” iddia edilir. Böylece yaşarken kendisine yapılan süikast girişiminin bir bilimsel yayın haline getirildiği ilk lider de Yushchenko olur.
Çevresel zehirlenme – aslında hepimiz bir zehirlenme epidemisinde yaşıyoruz
20.yy’da zehirlerin kaynakları, hazırlanmaları ve uygulamaları tamamen açığa çıkmıştır. Her bir süreç daha akılcı ve hızla yapılabilir hâle gelmiştir. Eskiden zehirli cinayetlerin çoğu tıp, bilim ya da simya ile uğraşan kişilerce planlanır ve yapılırdı. Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü üzere, günümüz insanı tarihte hiç olmadığı kadar eğitimli ve bilgiye erişebilir durumdadır. Artık, zehirlenmenin nispeten teknik ve karmaşık doğası gereği mistik bir sır olan her şey gerçekten arayan ve okuyan bireyin önünde tüm çıplaklığı ile sırlarını ortaya dökmektedir. 20.yy’da zehirlenmenin aşırı farklılaşarak çoğalmasının tek sebebi dünya toplumunun giderek daha kötü ve öldürücü hâle gelmesi değildir. Bir bakıma da insanın evrimleşerek sürekli yeni şeyler bulması da bu zehir patlamasına katkıda bulunmaktadır. Endüstri, tarım, petrokimya, kimyasal savaş ve farmakoloji aşırı derecede toksik maddelerin hayvanlar alemi üzerinde ne gibi etkileri olabileceği bilinmeden sürekli kullanıma sokulduğu alanlardan sadece birkaçıdır. Sosyal açıdan da, belki de hepimizde genetik olarak kalıtılan bir mazoşizm sayesinde, insanlar sadece daha fazla zevk almak için her gün kendi bedenlerine zarar verme ve zehirlemenin türlü yeni yollarını keşfetmektedirler. Az az alınan bazı zehir dozları, daha önceki örneklerde görüldüğü gibi bünyeyi toksinlere karşı dayanıklı yapmanın tam tersine, yavaş yavaş, hissettirmeden, sinsice bir ölümü hazırlayabilirler. Ölümü çabuklaştıran, değişik organları süreç içinde sakatlayarak insanı yavaş yavaş ölüme sürükleyen bu tip zehirlenmelerle ilgili olarak farklı uyuşturucu bağımlılıklarını, özellikle sigara tiryakiliğini ve yine alkol bağımlılığını örnek verebiliriz. Bu zehirleri üretenlerin kitlesel cinayetler işlemekte olduklarını iddia etmek doğru olsa da, “uyuşturucu” kategorisine sokulanlar dışında olanları üretmenin ve kullanmanın yasal engelleri yoktur. Kısacası, cinayetin bu türü legaldir. Kullananlar açısından ise olaya intihar gözüyle bakmak mümkün olup intiharın bu türü de son derece yaygın ve legaldir.
Kız Kulesi gibi simge olmuş bir yapının geçmişinde bile zehirlerle ilişkilerine rastlanır. Deniz Yolları İşletmesi tarafından kullanıldığı zamanlarda kısa bir süre için dahi olsa arsenik deposu olarak hizmet gördüğü rivayet edilen Kız Kulesi, aslında karmaşık ve gizli zehirlere gelene kadar, bilinen ve en eski zehirlerle bile ne kadar iç içe temas halinde olduğumuzu göstermeye yeter. Bu tip sosyal ve endüstriyel sebepler neticesinde zehirlenme vakalarının son derece artmasıyla ihtiyaca binaen toksikoloji alanı da gelişmiştir.
Bu tip sessiz ama derinden çevresel zehirlenmeye bir örnek vermek gerekirse, National Geographic Yazarı David Ewing Duncan’ın yaptığı deneyi söyleyebiliriz. Duncan, 2005 yılında ne düzeyde bir çevresel zehirlenmeye maruz kaldığını belirlemek amacıyla vücudunda olmaması gereken ancak çevresel kirleticiler olarak bilinen 320 molekül için test yaptırır. Sonuçları korkutucudur. Uçakların plastik kaplamalı ve yanmayı geciktirici kumaş döşemeleri içerisinde kullanılan polibromür difenil eter (PBDE) adlı kimyasal, Duncan’ın kanında benzeri bir fabrikada çalışmakta olan bir işçininki kadar yüksek çıkar. Duncan, belki de uçakları yoğun olarak kullanması sebebiyle bu molekülün kanına karışmış olabileceğini düşündüğünü belirtir. Bu molekülün zararının ne olduğu ise halen net değildir.
Çoğu toksikoloji uzmanı içimizde mevcut olan bu tip düşük düzeyde kimyasal için endişe etmeye gerek olmadığını söylese de bir gerçek var ki o da bilmeden zehirlendiğimiz. Yumurtaların artık yapışmadığı tavalar, hafif kokulu şampuanlar, cep telefonu kılıfları gibi ürünlerde PBDE’ler var. Duncan’da bakılan 320 kimyasaldan 165 tanesi kanında tespit edilmiştir. Bakılan 28 pestisidin 16’sı kanında mevcuttur. Koku moleküllerini çözen, losyonların kıvamını sağlayan, PVC, vinil veya hastanelerde kullandığımız kan tüplerine esnekliğini sağlayan fitalat molekülleri de diğer kirletenlerden birkaçıdır. Birçok arabanın gösterge paneli ve bazı streç filmlerde de kullanılan fitalat molekülleri ısı ve aşınmayla serbest hale geçer ve ağız ile cilt yoluyla vücuda girer. Yapışmayan ve leke tutmayan kaplamalarda kullanılan sağlam ve kimyasal açıdan dirençli bileşikler olan perflorlu asitler, 3M firmasının Scotchgard koruyucu ürünlerinde kullanılmaktaydı. Örneğin, bu bileşik sonradan aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmıştır. Bu moleküller deney hayvanlarında karaciğere hasar vermekte, tiroid hormonlarını etkilemekte, doğumsal bozukluklara ve kansere yol açmaktadır. Ama insanlar için ne derece toksik olduğunu hâlen bilmemekteyiz.
Eski zamanlarda gayet bilinen ve kullanılan bir zehir olan cıva da Duncan’ın kanında belirlenler arasındadır. Özellikle evlerde kurşun bazlı boyaların kullanıldığı zamanlarda oldukça kirletici olan bu element, 1978’den itibaren yasaklanmıştır. Cıvanın döngüsü kömür yakan termik santrallerin bacalarından atmosfere karışmasıyla başlar. Rüzgârla dağılır, yağmur olarak düşer, göllere, akarsulara ve okyanuslara boşalır. Suda bakteriler cıvayı metilcıva adı verilen bir bileşiğe dönüştürür. Metilcıva planktonlarca, planktonlar da balıklarca tüketilir. Besin zincirinin en üst kısmında yer alan balıkların insanlar tarafından tüketilmesiyle de vücudumuza girer. Balık yemeyen Duncan’ın kanında cıva oldukça düşük seviyededir. Deneme amaçlı olarak San Francisco Körfezi açıklarında tutulmuş kalkan ve kılıçbalığı alır, pişirir ve yer. Ertesi gün bakılan kan örneğindeki cıva seviyesi önerilen maksimum seviyenin iki katından daha fazla yüksektir.
Evlerde hamamböceklerinden tutun da çeşitli mantarları öldürmek için kullandığımız pestisitler (DDT); bazı sert plastik şişelerde kullanılan polikarbonat plastikler; balıktaki ve bazı eski boyalardaki metaller; duş perdesi, tırnak cilası, şampuan, parfüm, deodorant, sabun, saç spreyi, vinil yer döşemeleri, diş macunu, uzatma kabloları, streç filmler, PVC kaplamalarda yer alan fitalatlar; yapışmaz tavalarda, mikrodalga fırında patlamış mısır yapmaya yarayan plastik torbalarda bulunan PFA’lar; köpük şilte ve yastık, halı, iskemle minderi, saç kurutma makinesi, telefon, elektronik eşyalarda yer alan PBDE’ler; yağlı etler, süt ürünleri ve balıkta bulunan PCB ve dioksinler maruz kaldığımız kimyasal zehirlere sadece birer örnek.
21.yy’da artık gizli zehirlenme apaçık çevresel kirleticiler tarafından gerçekleşiyor. Toksikoloji de endüstriyel bu tip kimyasalları ve etkilerini araştırmaya doğru kabuk değiştirip kendini geliştirmelidir. Günümüz zehirleri pestisitler, dezenfektanlar, temizleme çözeltileri ve prezervatifler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Afrika ve Güney Amerika’nın bazı yörelerinde oklarının ucuna zehir sürerek avlanmaya çıkan insanlar hâlâ vardır ve oklarının şekli ne olursa olsun, insan var oldukça onlar da var olmaya devam edeceklerdir.
Son Söz
Burada çeşitli tarihsel örneklerle sunmaya çalıştığım zehir ve zehirlemenin tarihi, toksikoloji biliminin de tarihidir aslında. Her kullanılan zehir, hekim ve araştırmacılar için yeni bir soru, tanısı konulması gereken bir klinik sendromdur. Kötü ve zararlı ile savaşın bilimi olan toksikoloji, İnsanlık Tarihinin en büyük kötülüğü ile savaşın bilimidir.
KAYNAKLAR
- Toxicology, in Britannica Concise Encyclopedia. 2005, Encyclopedia Britannica, Inc.
- Kaufman, D.B., Poisons and poisoning among the Romans. Classical Philology, 1932. 27: p. 156-167.
- Horstmanshoff 1999:43-44’deki atıfa göre:. Digesta, 50.16.236.
- Horstmanshoff, H.J.F., Ancient medicine between hope and fear: Medicament, magic and poison in the Roman Empire. European Review, 1999. 7(1): p. 37-51.
- Lloyd, G.E.R.e., Hippocratic writings. 1983: London: Penguin Classics.
- Smith, S., Poisons and poisoners through the ages. Medico-Legal Journal, 1952. 20: p. 153-167.
- Bloch, H., Poisons and poisoning: implication of physicians with man and nations. J Natl Med Assoc, 1987. 79(7): p. 761-4.
- Agathodaimon. Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Agathodaimon.
- Nasturiler. Wikipedi ; Available from: http://tr.wikipedia.org/wiki/Nasturiler.
- Menes. Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Menes.
- Cilliers, L. and F.P. Retief, Medical practice in Graeco-roman antiquity. Curationis, 2006. 29(2): p. 34-40.
- Retief, F.P. and L. Cilliers, The epidemic of Athens, 430-426 BC. S Afr Med J, 1998. 88(1): p. 50-3.
- Retief, F.P. and L. Cilliers, Epidemics of the Roman Empire, 27 BC-AD 476. S Afr Med J, 2000. 90(3): p. 267-72.
- Retief, F.P. and L. Cilliers, Mesopotamian medicine. S Afr Med J, 2007. 97(1): p. 27-30.
- Roberts, M.F. and M. Wink, Hanbane, in Alkaloids: biochemistry, ecology, and medicinal applications. 1998, Springer. p. 31-32.
- Realgar. Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Realgar.
- Realgar, in Merriam-Webster Collegiate Dictionary. 2005, Merriam-Webster, Inc.
- Orpiment. Mineralogy Database ; Available from: http://webmineral.com/data/Orpiment.shtml.
- Cicuta. ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Cicuta.
- Costanza, D.J. and V.W. Hoversten, Accidental ingestion of water hemlock. Report of two patients with acute and chronic effects. Calif Med, 1973. 119(2): p. 78-82.
- Wepfer, J., Cicutae Aquaticae historia et noxae. J. R. Konig, 1679. SM 4 Basileoe.
- Socrates. Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/socrates.
- Dioscorides, Image:Dioscorides01.jpg, Editor. 2008, Wikipedia, the free encyclopedia.
- Biblioteca Nazionale di Napoli – Biblioteca digitale – Dioscurides Neapolitanus: XXVII. ; Available from: http://www.bnnonline.it/biblvir/dioscoride/pages/72_XXVII.htm.
- Boulanger, D., The Islamic Contribution to Science, Mathematics and Technology. OISE Papers. Vol. 3: STSE Education.
- Bowman, W.C. and I.S. Sanghvi, Pharmacological actions of hemlock (Conium maculatum) alkaloids. J Pharm Pharmacol, 1963. 15: p. 1-25.
- Davies, M.L. and T.A. Davies, Hemlock: murder before the Lord. Med Sci Law, 1994. 34(4): p. 331-3.
- Kotsias, B.A., . Medicina (B Aires), 1999. 59(2): p. 211-4.
- Mack, R.B., Keats, Socrates and fool’s parsley–water hemlock poisoning. N C Med J, 1985. 46(3): p. 163-4.
- Morgan, L.G., On drinking the hemlock. Hastings Cent Rep, 1971. 0(3): p. 4-5.
- Ober, W.B., Did Socrates die of hemlock poisoning? N Y State J Med, 1977. 77(2): p. 254-8.
- Vetter, J., Poison hemlock (Conium maculatum L.). Food Chem Toxicol, 2004. 42(9): p. 1373-82.
- Scullard, H., Gracchi to Nero: A history of Rome from 133 B.C. to A.D. 68. 1982: London: Methuen.
- Nero, in Britannica Concise Encyclopedia. 2005, Encyclopedia Britannica, Inc.
- Agrippina the younger, in Britannica Concise Encyclopedia. 2005, Encyclopedia Britannica, Inc.
- Thompson, C.J.S., Poisons and poisoners. 1931, New York: McMillan.
- Kursh, H., Cobras in his Garden. 1965, Irvington-on-Hudson, New York: Harvey House, Inc.
- Paracelsus. Wikipedia ; Available from: http://tr.wikipedia.org/wiki/Paracelsus.
- Paracelsus, in Britannica Concise Encyclopedia. 2005, Encyclopedia Britannica, Inc.
- Bradford, S., Lucrezia Borgia – Life, Love And Death In Renaissance Italy. 2004: Viking
- Collard, F., Ortaçağda Zehir ve Cinayet. Vol. 1: Yeditepe Yayınevi 413.
- International Napoleonic Society – La Société Napoléonienne Internaitonale. 2007 ; Available from: http://www.napoleonicsociety.com/english/frameSetAccueil_Eng.htm.
- Bastien, J. and R. Jeandel, . Rev Prat, 2006. 56(12): p. 1386-9.
- Broos, P., The death of Napoleon III. Medical errors at the sickbed of an emperor. Acta Chir Belg, 2007. 107(5): p. 588-94.
- Keynes, M., The death of Napoleon. J R Soc Med, 2004. 97(10): p. 507-8.
- Lugli, A., et al., Napoleon Bonaparte’s gastric cancer: a clinicopathologic approach to staging, pathogenesis, and etiology. Nat Clin Pract Gastroenterol Hepatol, 2007. 4(1): p. 52-7.
- Mari, F., et al., Channelling the Emperor: what really killed Napoleon? J R Soc Med, 2004. 97(8): p. 397-9.
- Skandalakis, P.N., et al., “To afford the wounded speedy assistance”: Dominique Jean Larrey and Napoleon. World J Surg, 2006. 30(8): p. 1392-9.
- Nieto-Galan, J.R.B.-S.v.A., Chemistry,Medicine, and Crime. Mateu J.B. Orfila (1787–1853) and His Times. 2006, Sagamore Beach: Science History Publications.
- Babinger, O.P.F., Fatih Sultan Mehmet Zehirlendi mi Eceli ile mi Öldü? 1965, Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları.
- Home of Grigorij Rasputin. ; Available from: http://www.freepler.de/grisha/start.html.
- Grigori Yefimoviç Rasputin. Wikipedia ; Available from: http://tr.wikipedia.org/wiki/Grigori_Yefimovi%C3%A7_Rasputin.
- Hawley Harvey Crippen Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Hawley_Harvey_Crippen.
- Geringer, J. Dr. Hawley Harvey Crippen: Of Passion and Poison. 2007 ; Available from: http://www.crimelibrary.com/classics2/crippen/.
- Hodgson, M., 100 years on, DNA casts doubt on Crippen case, in The Guardian. 2007.
- The Sentencing and Execution of Nazi War Criminals, 1946. EyeWitness to History 2002 ; Available from: http://www.eyewitnesstohistory.com/nurembergcont.htm.
- How Hitler Died. TIME Magazine 1968 ; Available from: http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,902253,00.html.
- Cooper, G., Poison Widows. 1999: St. Martin’s Press.
- Philadelphia Poison Ring. Wikipedia ; Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Philadelphia_Poison_Ring.
- Ikkala, E., et al., Haemorrhagic Diathesis Due to Criminal Poisoning with Warfarin. Acta Med Scand, 1964. 176: p. 201-3.
- Derenzini, M., et al., Toxic effects of ricin: studies on the pathogenesis of liver lesions. Virchows Arch B Cell Pathol, 1976. 20(1): p. 15-28.
- Olsnes, S., K. Refsnes, and A. Pihl, Mechanism of action of the toxic lectins abrin and ricin. Nature, 1974. 249(458): p. 627-31.
- Balint, G.A., Ricin: the toxic protein of castor oil seeds. Toxicology, 1974. 2(1): p. 77-102.
- Belzunegui Otano, T., et al., . Med Clin (Barc), 1988. 90(17): p. 716-7.
- Wedin, G.P., et al., Castor bean poisoning. Am J Emerg Med, 1986. 4(3): p. 259-61.
- Zifroni, A., . Harefuah, 1985. 108(2): p. 102-3.
- Jensen, W.I. and J.P. Allen, Naturally occurring and experimentally induced castor bean (Ricinus communis) poisoning in ducks. Avian Dis, 1981. 25(1): p. 184-94.
- Kristin Rossum Convicted Of ‘Perfect Poisoning’. NBCSandiego.com 2002 ; Available from: http://www.nbcsandiego.com/news/1782268/detail.html.
- Karahisarlı, F., Sır Kulesi. 1 ed. 2007, İstanbul: Selis Kitaplar. 232.
- Lu, F., Basic Toxicology – fundamentals, target organs and risk assessment. 3rd ed. 1996, Washington DC: Taylor and Francis.
- Duncan, D.E., İçimizdeki Tehlike, in National Geographic 2006, National Geographic Society: Türkiye.
2 Responses
Teşekkürler bu güzel paylaşım için. Üzerinde ciddi emek var. Kaleminize sağlık
Teşekkürler çok güzel bir yazı